GERÇEKLER, GERÇEKTEN DEVRİMCİDİR!  POLİTİKA; MANİPÜLASYON VE SPEKÜLASYONLA KİTLELERİ HAREKETE GEÇİRMEK DEĞİLDİR!

HomeTürkçe

GERÇEKLER, GERÇEKTEN DEVRİMCİDİR! POLİTİKA; MANİPÜLASYON VE SPEKÜLASYONLA KİTLELERİ HAREKETE GEÇİRMEK DEĞİLDİR!

GERÇEKLER, GERÇEKTEN DEVRİMCİDİR!POLİTİKA; MANİPÜLASYON VE SPEKÜLASYONLA KİTLELERİ HAREKETE GEÇİRMEK DEĞİLDİR!Proletarya partisinin yaşadığı a

TKP/ML Dersim Parti Komitesi : “GDPK alanımızdaki hizip kalkışmasıdır!”
POLEMİK: “TARAFSIZ” TARAFTARLIĞIN, İLKE VE ÇİZGİDEKİ SEFALETİ!
“Unlike temporary ones, we’re picking up where we left off.”

GERÇEKLER, GERÇEKTEN DEVRİMCİDİR!

POLİTİKA; MANİPÜLASYON VE SPEKÜLASYONLA KİTLELERİ HAREKETE GEÇİRMEK DEĞİLDİR!

Proletarya partisinin yaşadığı ayrışma, bunun yarattığı gerginlik kamuoyu önünde ibretlik teşhir çalışmaları eşliğinde yürümektedir. Bunun yanında referandum, HBDH gibi oldukça önemli meselelerde ortaya çıkan politik farklılaşma da bu ayrışmada çeşitli biçimlerde polemik konusu yapılarak, Hizip çalışmalarında bir kaldıraç haline dönüştürülmektedir. Zira gerek HBDH meselesinde gerekse Referandumda Hayır tavrının devrimci cenahta ve demokratik kitlede yarattığı rüzgarı arkalayan bir konumlanış Hizip faaliyeti yürüten kesim tarafından açık şekilde kullanılmaktadır. Özgür Gelecek gazetesi ve sitesi son süreçte bu eksende polemik yazıları ve özel teşhir çalışmalarıyla “dolu dolu” çıkmaktadır.

Nehir Bir Gecede Donmadı!

Öncelikle soruna bütünlüklü bakarak yaratılan tabloyu ortaya koymak gerekmektedir. Esasında bu ayrışma ve saflaşma son birkaç aylık bir mesele değildir. Hizip çalışması bir yıldır sistemli şekilde devam etmektedir. Yaklaşık iki yıllık süreç ise; önderlik ve örgütsel kriz ile tüzüğün yarattığı boşluktan faydalanarak “darbecilik”, “tasfiyecilik”, “otonomculuk” şekline büründürülmüş fiili bir bölgesel dönem gibidir. Parti iradesinde yaşanan sorunun tartışıldığı ortamda “yetki-yetkisizlik” eksenine oturtularak tüzük gereği müdahale olanağından yoksunluk adeta Hizip faaliyetçilerini bulundukları alanları “Ali Baba’nın Çiftliği”ne dönüştürmelerini getirmiştir. Bu süreçte proletarya partisinin programatik görüşleri ve temel kavramları eldeki olanaklar kullanılarak, partinin sesi olması gereken mecralarda adeta silinmiş kendi doğrularının “hükümranlığına” sunulmuştur. Kuşkusuz parti içi iki çizgi mücadelesi ekseninde savunulacak görüşlerdir bunlar. Ancak bu oluşmuş çizginin partinin programatik görüşlerine ve temel kavramlarına yönelik tasarrufu söz konusu olamaz. Bunun olduğu yerde artık “darbecilik”, parti dışılık baş göstermeye başlamıştır. Partinin merkezi seçilmiş iradesi keyfi şekilde “yetkisiz” kılınıyorsa orda artık komünistlerin birliğinin parçalanması operasyonu gündeme gelir. Memnun olmamak, eleştirmek, karşı çıkmak, ideolojik-örgütsel mücadele ile alt etmek KP’de haktır. Ancak bunu birliği parçalayacak şekilde yapmak hak değil suçtur. Proletarya partisinin başına gelen yaklaşık iki yıldır budur.

Bu sürece gelene kadar neler olmuştur ana hatlarıyla anımsatmak ya da bilmeyenleri bilgilendirmek artık kaçınılmaz bir görev haline gelmiştir. Ama okurunda hak vereceği üzere bu tablo en genel hatlarıyla ortaya konulmak zorundadır. Zira biz deşifrasyona, kamuoyu önünde tüm iç tartışmaların açılmasına müsaade edemeyiz. Bu durum ve bu sürecin yarattığı tablo her ne kadar taraftar ve konuya ilgi duyanlar tarafından yalan-yanlış bilgilerle aslında açılmış olsa da biz bu ibretlik tabloda geleceğe dair sorumluluğumuzu kuşanarak hareket etmede kararlıyız.

Süreç yetkili organların ve partinin emanet ettiği yetkinin, keyfi şekilde “yetkisizliği” tartışmaya açılarak başlamıştır. Bu koşullara ve mekana göre yer yer yaygın ve açık, yer yer sınırlı ve örtülü şekilde sistematiğe bürünerek yapılmıştır. Bu bağlamda merkezi irade olmadığına dair iç sorun belli oranda kamuoyuna mal edilmiştir. Bu süreç aynı zamanda açık deşifrasyonlarla da örülmüştür. Taraftarlarımız, bilgili kesimler tarafından isim isim, konum konum ve sorunların muhtevası açık şekilde söylenerek bilgilendirilmiştir. Ve bu bilgilendirme tüm geniş kesimlere ulaştırılması amaçlanarak yapılmıştır. Kanıt ve delil olmasına gerek duyulmadığı ifade edilerek, belgelere geçmiş biçimlerde kadrolar hakkında “komplolar” kurulmuştur. Bunların hepsi belgelidir. Parti içi yazılar parti içinde yetkili ve hakkı olan herkese ulaştırılmadan taraftarlara broşür olarak dağıtılmıştır. Aynı broşürlerde organ üyesi olan yoldaşlar kendi organının değerlendirme ve raporlarını okuyabilme fırsatı (!) yakalamıştır. Yine parti içi kamuoyu için yazılmış belgeler parti içinden önce aynı sosyal-medya ortamında yaygınlaştırılarak yayınlanma noktasına dahi taşınmıştır. Absürtlük ve iç işleyişin parçalanması bu evreye-geldiğimiz noktaya- gelmeden maalesef aylar öncesinde yapılmıştır. Sözlü dönen dedikodular, parti kadroları hakkında yayılan kirli bilgiler, kulaklara fısıldanan deşifrasyonlar ise yerinde tespit etmek isteyenler için açıktır.

Bunun daha beteri ve pervasızı Doğu Perinçek yöntemi ile ve korkaklığın utanç duyacağı şekilde “BAĞLANTISIZLAR” imzalı yazılarla yapılmıştır. Bu grubun ya da kişilerin “ne idüğü” henüz belli değildir! Ancak bilgi kaynakları ve adresleri herkesin bileceği şekilde “AÇIKTIR”!. Zira aynı mantık ve kafa yapısı parti organı imzalı yazılarda vardır ve hala geniş kitlelere ulaştırılacak şekilde çalışmaları yapılmaktadır. Sosyal-medya kullanıcıları içinde “parti içi” olan sorunlar benzer deşifrasyonlarla yapılmaktadır. Bu paylaşımların görülebilen hepsi kuşkusuz parti arşivlerine girmektedir. Çünkü ülke ülke, isim isim buralarda paylaşılmakta, teşhir çalışmaları yürütülmektedir. Kuşkusuz bu kirlilikte “tarafımıza” sempati duyan unsurlarda benzer durumlara vesile olmaktadır. Ancak deşifre edilen, edilmeye devam eden tabloya baktığımızda nerdeyse bunun tek taraflı olacak şekilde parti aleyhine olacak şekilde yaygın yapıldığını görmekteyiz. Adeta dedikodular ve “belge” kirliliğiyle partiye ve kadrolarına söylenmedik tek bir söz bırakılmamıştır.

“Ajan”, “karşı-devrimci”, “kaçkın”, “Tayyip tarzı”, “çete”, “faşist”, “dün faşizm bugün mafyacı-çeteciler”, “ihanetçiler”, vs. vs. gibi kavramlar artık sıradanlaşmıştır. Düne kadar dilden dile, kulaktan kulağa dolaşan bu sözler şimdi gazete sayfalarında, resmi internet sitelerinde vardır.

Yalan Ve Manipülasyonu Politikanın Ruhu Sanan İflah Olmaz Küçük Burjuvalardır!

Bu sürecin en tipik özelliği ise yalan ve manipülasyondur. Kuşkusuz bu bir hastalıktır. Bu iki yıllık süreçte “hizipçilerde” ortaya çıkan yeni bir şeydir diyecek kadar idealizme saplanmadık. Şunu biliyoruz bugün olabildiğince gerginlik içinde olduklarımızla uzun süre aynı parti içinde, omuz omuza mücadele yürüttük. Onlarda olduğunu tespit ettiğimiz her hastalığın parti bünyesindeki çapı ve boyutunu açığa çıkarmaya çalışarak ilerlemeye ve sorunlarımızın karakteristiği ile yüzleşmeye çalışıyoruz. “Arındık” diyerek işin içinden sıyrılacak kadar basit ve idealist bir yaklaşım içinde değiliz. 94 sürecinden öğrendiğimiz bir şey var ki “elimizi hizip musluğunda yıkayarak” partinin ellerini temizledik demeyeceğiz. Bu kolaycılık MLM’lere değil ancak idealistlere yakışır. Biz bundan uzak kaçarak, hizipçilerde gördüğümüz ve “şaşkınlıkla” karşıladığımız her dejenerasyonu, her zaafı, her problemli yaklaşımı, her anti-MLM tutumu kendimize tutulmuş ayna olarak göreceğiz. Bunu kendimizde tespit ettiğimiz her pratikte üzerine yürüyerek ve sorunlarımızı aşmaya çalışarak hareket edeceğiz. Çünkü süreç içinde kendimizi sorunsuz ve arınmış görmediğimiz gibi, hizip faaliyetinde çıkan her problemi de dün birlikte yürüdüğümüzü bilerek ele alacağız. Bunun bizim devrimci gıdamız olacağını, sorunlarımızın üstesinden gelmenin en etkili yöntemi olduğunu bilerek hareket edeceğiz. Ve kuşkusuz kendi içimizde yaşanan sorunları tespit etmekte bu politik ortamda ve koşullarda zor olmamaktadır. Bu süreç aynı zamanda kendi cephemizde “liberalliğe”, “uzlaşmacılığa” prim vermeden mücadele etme zemini de yaratmaktadır. Bunun getireceği faydalardan sonuna kadar yararlanmak ise devrimci bir fırsattır bizim için.

Ancak bizim partide öğrenmediğimiz, parti kültüründe olmayan bazı tanımlarda sürecin ruhuna uygun olarak kendini göstermektedir. Manipülasyon ve yalana dair sistematik bir kampanya ile karşı karşıyayız. Ve maalesef dün yoldaş olarak gördüklerimiz bunu artık yazınsal belgelerinde “politikanın” tanımı olarak ortaya koymaktadır.

Politika, sübjektif gücün ekseninde, gerekirse manipülasyon ve spekülatif argümanları da kullanarak kitleleri harekete geçirme aracıdır. Politikayı devrimci yapacak şey hangi stratejiyi temel aldığı ve kitleleri harekete geçirecek kadroların komünistliği ile ilgilidir.” (http://www.ozgurgelecek1.net/manset-haberler/23830-boykot-tavr-uezerine-taktik-hata-stratejik-koerluek-2.html) şeklinde tanımlar tevil götürmeyecek şekilde yapılmaktadır. Biz bu politika tanımını reddediyoruz. Hizipçilerin gün geçmiyor ki kullanarak kendilerine örtü yaptığı Mehmet Demirdağ’ın “gerçekler devrimcidir” sözünü biz kendimize düstur olarak alıyoruz. Politikayı da bu düsturla yerine getirmek için mücadele ediyoruz. Ancak manipülasyon ve yalanın bir sınıfsal karakteri vardır. Gerici egemen sınıfların sistemi içinde beslenen, büyüyen bir kültür ve özelliğe sahiptir. Biliyoruz ki Komünist Parti içinde de bu kendi yansımasını gösterir. Bu bağlamda biz saflarımızda manipülasyon ve yalan olmadığını söyleyecek kadar anti-Maoist değiliz. Ancak komünistlerin parti içindeki mücadelesinin bir ayağı da burjuva-feodal hastalıklara karşı mücadeledir. Ama bir KP politika yapma biçimi içinde manipülasyon ve yalan olacağını asla savunmaz, savunamaz. Ancak hizipçilerin hangi aklı evvelden öğrendiğini bilmediğimiz bir şekilde manipülasyon ve yalanın politikanın ruhunda olduğu tespiti bizim süreci anlamamızı da kolaylaştırıyor. Zira bu denli manipülasyon ve yalanın kökeni ancak “politikanın bu argümanları da içereceğine dair bir kavrayıştan” ve güçlü inançtan gelebilir!. Ve şimdi bunu yazdıklarında, konuştuklarında, yayıncılıklarında, iki çizgi mücadelelerinde daha sarih görebiliyoruz. Sistemleşmiş bir şekilde böyle politika yapma anlayışı karşımızda. Burjuva tarz ve yöntemin bu temelde partimizdeki iki çizgi mücadelesinde itiraflarını görmekteyiz. Bu bağlamda tüm hatalarımıza, yetmezliklerimize, yönetme noktasında ortaya çıkan eksikliklerimize rağmen proleter çizgiyi temsil ettiğimizi biliyoruz. Olayların gelişim seyri ve geldiği nokta, hizibin burjuva karakterini ve yaygaracı, mağdur edebiyatıyla kamuoyu yaratma hengamesini yüzümüze vurmaktadır.

Büro Sahiplerine Geçince: Deşifre Olan Yaygaracılık, Kirlenen Dil Ve Zihniyet!

“Vurulacağı Söylenen Bir Partizan Okuru Yazdı: “Hizipsavarların Trajikomik Öyküsü (27 Mart 2017 )”, “Safsatalar Ve Gerçekler! (27 Mart 2017)”, “Darbeciliğin Dayanılmaz Hafifliği Ya Da ‘Yemişim Tüzüğü’ Rahatlığı! (27 Mart 2017), “Taktik Hatta, Stratejik Körlük!-1 (06 Mart 2017)”, “Boykot Tavrı Üzerine: Taktik Hata, Stratejik Körlük!-2 ( 11 Mart 2017), vs. adlı makaleler www.ozgurgelecek1.net sitesinde yayınlanmıştır. Özellikle Partinin hizip faaliyetlerini kamuoyuna açıkladığı ve devamında hizip faaliyetinin arkasına dizilen “komiteler ve komsomol” açıklamasında “birlik arayışı” ve “sahte ve manipülatif” olgunluk yerini tam bir teşhir ve tecrit etme mücadelesine bırakmıştır. Ki “tecrit ve teşhir” çağrıları kimi parti komitelerince çok öncesinden yapılmıştır. Ama bu makalemsi yazıların yanında günlerdir düne kadar birlikte oldukları yoldaşlarına “çete, mafya, karşı-devrimci” gibi oldukça apolitik kavramlarla yayınlarda, internet sitelerinde “resmi” yollarla saldırmaktadırlar. Buldukları ve ikna ettikleri herkese mümkünse aynı dille, değilse yakın dille açıklama yapmaya ikna etme çalışmaları örgütlenmektedir. Yurt Dışı’nda bir ülkede bulunan dernekler, okurlar belli bir sistematikle ve zamana yayılarak, dün övgü ve övünçle faaliyetlerinin propagandasını yaptıkları yoldaşlarını aynı kavramlarla kınamaktadırlar. Kitle örgütleri taraflaştırılarak adeta politik mücadelenin saflaşmasında konumlandırılmakta, politik ayrışım kitle örgütlerini, federasyonları ve konfederasyonu ayrıştırma ve karşı karşıya getirmede araçsallaştırılmaktadır. Oysa pekala Partide etkili olduğu dernek, federasyon ve konfederasyonu bu saflaşma da konum aldıracak açıklamalara seferber edebilirdi. Ancak kitle örgütlerinin bu süreçte parçalanmaması, politik saflaşmada bu cephede bir dağılmanın yaşanmaması için soğukkanlılığı elden bırakmamıştır. Bunun partiye ve devrime ve emektar taraftarlarımıza bir fayda getirmeyeceği bilinmektedir.

Peki tüm bu kıyamet elde adeta megafonla çığırtkanlık yapılarak hangi sebepten koparılmaktadır. Yayın bürosuna yapılan baskından kaynaklıdır bu çığırtkanlık. Yaklaşık iki yıldır devam eden bir yayın sorunu vardır Partizan çevresinde. Yayın çizgisi adeta partizan anlayışının tümüyle dışına çıkarılmış, sürüklenmiştir. Partizan faaliyetçilerine kapıları kapatılmıştır. Son süreçte ise Partizan saflarındaki ayrışma resmileşmeden Partizan faaliyetlerinde işine gelenlerin haberleştirildiği, işine gelenlerin muhatap alındığı, kendi politik yaklaşımına uygun olanların resmi muhatap alındığı bir çizgi tutturulmuştur. Yurt Dışı’ndaki sorunlarda ateşe benzinle giderek tek yanlı şekilde açıklamalar yayınlanmakta, sorunlar adeta kaşınarak büyütülmekte ve yayın çizgisi tam anlamıyla provokatif bir karaktere dönüşmektedir. Aynı yayın sadece bir sayısı gerekçeleri belirterek basılmayan Avrupa’da Bürosunu ertesi gün by-pass ederek hempaları ile yeni bir örgütlenmeye gitmiştir. Tüm dağıtımcıların adreslerine yetkisi olmadığı halde ulaşarak adeta yalanlarla bezenmiş bir açıklama yapılmıştır. Uzun zamandır Avrupa’da yayın paralarının gönderilmediği gibi en ucuz yalanlar söylenmiştir. Ki bunun böyle olmadığı bizzat yayın dağıtımcıların gönderdiği meblağlarda ve büronun hesap dökümleriyle muhattapları tarafından ispatlanmıştır. Ama bu anlayış öyle ucuz, öyle sorumsuz ve devrimci kaygıdan o kadar uzaktır ki; süreç içinde dağıtımda ve kitleye ulaşmada düşen tirajları kendine dert etmemiş, dağıtımcılarına “yayın tirajlarının neden düştüğüne” dair en küçük bir uyarı, eleştiri ve ikazda bulunma zahmetine katlanmamıştır. Tirajların düşmesine paralel olarak gelirde yaşanan düşüşün yarattığı sorunda dertleri sadece hesaba yeterli düzeyde yatmadığı iddiasında bulundukları “paracıklar” olmuştur. Yayının daha fazla kitleye ulaşmasına dair taşınan kaygıya ise henüz rastlanılamamıştır!

Aynı bağlamda ülkede temel kaynağı olan faaliyetçilere kapılar kapatılmış, yayınlar keyfe göre sayılarla sınırlanmış, dağıtımcı ağları by-pass edilmiş, semt faaliyetçileri “lümpen, serseri” gibi yaftalarla teşhir edilmiştir. Son raddede artık faaliyetçilerimizin şehitler anması bile kendisine yakınlığa göre haber değeri taşıma kategorisine sokulmuştur. Bürolar ekseninde yaşanan her gerginlik, yapılan her uyarı “tehdit” ediliyoruz denilerek kriminalize edilmeye çalışılmıştır. Faşizm koşullarında yaşadığını unutarak, faşizmin yapma ihtimalini bile aklına getirmeyerek bürolarda yaşanan sorunlar faaliyetçilerimize yıkılmaya çalışılmıştır bunların hepsi teşhir ve tecrit etme faaliyeti olarak yaşam bulmuştur. Partizanın emekleriyle, katkılarıyla hayat bulan, anlam ve değer kazanan, ruhunu bulan kurumlar aynı isimlendirmeyle faaliyetçilere karşı silah haline dönüştürülmüştür. Defalarca uyarılmalarına, asli sorumluluk ve görevlerine dönme çağrılarına “ben bildiğimi okurum” yaklaşımı ile karşılık verilmiştir. Partizan faaliyeti denilerek, birlik noktasında olgun görünerek adeta tüm birlik zeminini berhava edecek pratik tutumlar sergilenmiştir. Hiçbir temsil hakkı olmaksızın Partizan adına genel politikalar belirlenmiş, kamuoyuna açıklanmış, tutsak düşen hatta gözaltında kayıp olma ihtimali olan yoldaşlarımızın durumu dahi günler sonra ve yapılan basınçla “lütfen haberleştirilebilmiştir”.

Bardağın taşması bir anda olmamıştır. Bu duruma yayının gerçek sahipleri, onu dağıtan ve örgütlenme çalışmasında kullananlar müdahale etmiştir. Ortada bir şiddetin olmadığı açıktır. Zira biz biliyoruz ki bu yaygaracı tayfası bir şiddet emaresi olması durumunda en büyük puntolarla ve kocaman resimlerle gazetelere, internet sitelerine yayın yapar ve gidebileceği her yere bunu taşırdı. Aynı kafanın “iş göremez raporu” alacağından da şüphemiz yoktur. Kuşkusuz büroya siyasal ayrışımdan dolayı el konulmasını (çalışanlarına şiddet olmasa dahi) bir çeşit şiddet olarak görecek anlayışlarda vardır. Bunun tartışması ise tamamen siyasaldır. Kuşkusuz sağlıklı, yalana-manipülasyona dayanmayan ve temsil hakkını gasp etmeyecek bir ayrışma yaşanmış olsa bu itiraza hak verilebilirdi. Ancak sorun hak ve yetkisi olmaksızın, burjuva hukuk’undan aldığı yasal icazetle, “sadece yayın künyesindeki yetkilere dayanarak” kurumsal faaliyetler hakkında o faaliyetleri örgütleyen iradeyi yok sayarak gasp edilmesindedir. Bu durum söz konusuyken hak olan o kurumlarında hakkı olana verilmesidir. Yapılmış olanda budur. Sadece haklar alınmıştır. Sorunu dört duvarın, büroda “koltuğun”, 70 metrekarenin ele geçirilmesi olarak bakanlar ve “faaliyet o dört duvar arasında değil” diyenler bunu kendileri düşünmelidir. Zira o dört duvarı alanlar sokaklarda, meydanlarda, barikat başlarında, kitlelerin içinden gelenler zaten. Onlara bunu anımsatmak, utanma duygusunu kaybetmek demektir.

Manipülasyon Ve Spekülasyonla Yaratılan Birlik Kaygısı Ve Gerçeğin Diline Ricat!

Peki “birlik” konusunda pek olgun görünen bu hizip faaliyeti, haftalardır “birlik” yapma umudunu koruduğu “yoldaşlarına” karşı bu denli pervasız bir teşhir kampanyasını neden örgütlemektedir. Sorunu bir iç sorun olarak tanımlayan açıklamalardan sonra bu sorunu neden bir iç sorun olarak görmemiştir? Yoldaşlarına “karşı-devrimci, çeteci, mafyacı, Tayyip yöntemleri” gibi kavramları neden layık görmüştür? Üstelik bu olaydan sonra kendi sitelerinde Partizan açıklaması yayınlayarak “bizden ayrıldığını ilan edenler” tespitlerini neden kullanmıştır? Çünkü “yediği pekmez gittiği Antep’tir”!. Düne kadar kamuoyu önünde yapamadığı ama içerde ve ilgili kamuoyuna mal ettiği her şeyi şimdi açık bir şekilde yaşama geçirmektedir. Zaten olgunlaştırıp pişirdiği ayrılık koşullarını şimdi “mağduriyet” yaratarak, teşhir ederek, kendini aklayarak gerçekleştirmekte ve körüklemektedir. Hala Dersim-Aliboğazı’ndaki 8 şehidimizden üçü bilinmemektedir. “Çeteci, mafya, karşı-devrimci” dediği semt faaliyetçilerinin örgütlediği, o faaliyetlerin düne kadar parçası olan yoldaşlarımız şehit düşmektedir ya da şehitlerden olabilir. O aşağıladığı, küçük gördüğü faaliyetçiler bugün şehitler kervanında yerini almaktadır. O kültürün parçası olan faaliyetçileri bir bütün haline getirip yaftalamanın neye tekabül ettiğini göremeyecek kadar gözü kararmış bir hırstan, kendini kaybetme halinden bahsediyoruz. Yukarıdaki kavramları yoldaşlarına yakıştıran bu “birlik” anlayışının sağlığından şüphe etmemek elde değil. Öyle bir kaybetme hali ki “baskın yedik, silahlarla geldiler, darp ettiler” diyerek koparılan yaygarada faaliyetçileri düşmana hedef göstermenin vebalini nasıl yükleneceksiniz?! Olmayan şeyleri daha da büyüterek, adeta bir köylü gibi sayıları ve olanı abartarak faşizmin açık hedefi yaptığınızın farkında mısınız? Ama bunlar sizin hiçte umurunuzda değil. Nede olsa Hareket her şeydir nihai amaç hiçbir şey” diyorsunuz!.

Gelinen nokta fantastik kurgularla, sağdan-soldan alınan duyumlarla makaleler yazılacak, polemikler sürdürülecek aşama olmuştur. Zira artık karşı tarafı ne kadar suçlarsan, ne kadar karalarsan, politik süreçte esen rüzgarı pragmatizmle ne kadar arkana alırsan o kadar başarılı olursun anlayışı hakimdir!. Bir şiddet yaygarasıyla haftalardır söylenmedik tek söz bırakılmamıştır hakaret içeren.

Küçük-Burjuvazinin “Kültür Devrimi” Girişimi!

Polemiklerde hangi bağlama oturduğu belli olmayan dogmatizm tespitleri yapılmaktadır. Evet programatik görüşlerin dışına yeni bir program oluşturulmadan çıkılmaz mücadelesi, daha doğrusu işleyiş vurgusu karşımıza dogmatizm eleştirisi olarak çıkarılmaktadır. Parti tüzüğüne dair güzellemeler yapılırken o partinin temel işleyiş kurallarından biri olan ilk bölümün tüm ruhu öldürülmeye çalışılmaktadır hizip çalışmaları örgütlenerek. Aynı tüzük bir bütün olarak kamuoyu ile yeniden paylaşılmasına ve o tüzük hükümlerinde irade oluşumuna dair açık gerekçeler “ben beğenmiyorum, anti-demokratiktir bu hüküm” denilerek çiğnenmektedir. Önderlik ideolojik-politik olarak görevlerini yerine getiremiyor, çürümüştür denilerek Kültür devrimlerinden bahsedilmektedir. Bu tutum ise adeta itiraf gibidir. Kültür devrimi bilindiği gibi Mao’nun hiyerarşi, tüzük, vs. dinlemeksizin bizzat parti önderliğine ve parti içindeki egemen revizyonist anlayışa bayrak açmasıdır. Bu devrimci kalkışma şimdi parti içinde kullanılan bir argümana dönüşmüştür. Tüzük, hukuk, demokratik-merkeziyetçiliği dinlemeksizin Kültür Devrimi gerçekleştirildiği iddia edilmektedir!. Peki partinin buna ihtiyacı var diyelim. Ancak bu Kültür devriminin bir Mao’su da olmak zorundadır. Bir programı olmalıdır ve o devrime hazır bir kitlesi olmalıdır. Şimdi o Kültür Devriminin önderlerine mücadelenin, devrimin acil ihtiyaçları açık çağrıyı yapacaktır. O kültür devrimi söylemine inanan kesimler bu sürecin önderlerinden beklentilerini gerçekten bir devrim gerçekleştirecek şekilde basınç oluşturmalıdır. Komik olmanın luzümü yok. Devrim sübjektif gücün ol demesiyle olmamaktadır. Devrimin nesnelliği vardır. Kitlelerin buna hazır olması gerekmektedir. Peki bizim Kültür devrimi söylevcilerinden çıkan yeni kültür nedir? Partiyi revizyonizmden kurtarmak mı? Hayır elbette!… Daha dün o revizyonistlerle birlik olanaklarının devam ettiğini ilan etmediler mi? İçerde “burada Kültür Devrimi yapıyoruz bayım” diye cüretlenenler, kamuoyuna onun gönlünü hoş edecek “birlik olanağı devam ediyor” açıklaması yapmıyor mu? Bir şeyi anlamak istediğin gibi anlarsın? Hizipçiler Kültür devriminin tüzük, hiyerarşi tanıma kısmını anlamış ama bunun revizyonizme karşı parti birliğini sağlama alma kısmını tamamen es geçmiştir. Tam burjuvalara yakışacak bir eklektizm, içini boşaltma yaklaşımı ile karşı karşıyayız. Öncelikle kültür devriminin katı, dolaysız devrim çağrısı olduğu, bir uzlaşmazlık manifestosu olduğu kavranmalıdır. Planlama, yönelim, mücadele bu netlikle ve berraklıkla oluşturulmalıdır. Kültür Devrimi içi boş üst perdeden bir ajitasyon malzemesi değildir, bunu yapanların bunun gereğine uygun olarak dolaysız bir kavgaya tutuşması, onun gereği olan görev ve sorumlulukları üstlenmesi gerekir. Aksi takdirde o söylevi zaman aşındırır, eğer örüldüyse bir duvar onu öreni altında bırakır. Ayrıca yaratılan bu yeni Kültürün dedikodu, ayak kaydırma, kara çalma, komplo kurma, iftira atma, yalan söyleme, manipülasyon yapma gibi bir sistematiği de vardır. Vahim olan bunun aslında Küçük-burjuvaziye ait bir “Kültür Devrimi” girişimi olduğudur.

Birlik güzellemesi yapılırken, birliği oluşturacak arayışların kimler tarafından ne gerekçeyle reddedildiği ısrarla gizlenmeye çalışılmaktadır. Parti birliği için hangi girişimler yapıldığı, hangi uzlaşmalara gidildiği ve bunun nasıl ve hangi gerekçe ile akamete uğradığı ise bilinen sırlardır. Parti içi krizin çözüm yoluna girdiği noktada hangi kanallarda tıkandığını ve yeniden ayrışmayı dayatan mekanizmanın işlediği ise belgelerle kanıtlıdır. Üstelik bir defa değil defalarca yapılmış girişimlerden bahsediyoruz.

Soğukkanlılığını yitirmiş ve panik halinde yoğun bir mesai ile enerji harcayan hizip faaliyeti, olanı ters yüz ederek belli kesimleri etkileyebilmektedir. Şehit analarını dahi bu saflaşmada konum almaya iten, fotoğraflar ve isimlerle partinin karşısına koyan zihniyeti ise asla bu parti unutmayacaktır. Bu tavırlarıyla MKP içindeki ayrışmayı çağrıştırmaktadır. Ki bu noktada partimizde darbeci-tasfiyecilikle açığa çıkan tarihden ciddi deneyimler edinildiği, o sürecin darbeci-tasfiyeci-hizipçi yaklaşımlarından etkilenildiği görülecektir.

Bir meselede bu sorunu Boykot ve Hayır tartışmasına oturtan tutumlardır. Özellikle Özgür Gelecek bürosunun sahipleri tarafından el konulmasını Hayır çalışmasını engelleme gibi yansıtmaktadırlar. Nerden nasıl rant elde ederim anlayışıdır bu. Müdahalenin referandum tavrındaki ayrışmayla alakalı olmadığını kendileri de çok iyi bilmektedirler. Ancak enformasyon ve halkla ilişkileri bu eksene oturtarak Hayır’ın oluşturduğu rüzgarla hizip yelkenini doldurmak, mağduriyetle yeterince yaratılmayan duyarlılığı bu yolla yaratmak amaçlanmaktadır. “Faşizmde saldırıyor çetecilerde saldırıyor” gibi söylemleriniz ise sadece mide bulandırıyor ve tiksinti uyandırıyor! Bu eşitleme hali bir algı yaratmayı amaçlıyor kuşkusuz, bu sadece ucuz bir siyasettir. Sorunu esasından koparmanın, meselenin örgütsel ve politik yanını silikleştirmenin en güzel yoludur bu. Nede olsa bu anlayışın POLİTİKAYI tanımlama biçimi böyledir.

İhtilalci Komünist-Devrimci Çizgimizde Sebat, Devrimde Sebattır!

İçinden geçtiğimiz süreç parti için zorlu ve engebeli bir süreçtir. Bu süreci göğüslemek, üstesinden gelmek komünist çizginin örgütlenmesinde ısrarla mümkündür. Ayrışmanın yarattığı zihin bulanıklığı, acelecilik ve aşırı hırs komünistler için sorunlarını keşfetme ve bunlarla mücadele etme, soğukkanlılık ve sorunu anın heyecanıyla karşılamama ve karmaşıklaştırmama, kuşkusuz dirençli-sabırlı ve çizgide sebatkar olma şeklinde ele alınmalıdır. Unutmayalım, MLM sorunların çözümünde esas silahımızdır. Her sorun aynı zamanda çözümünü yaratarak oluşur. Aslolan sorunda boğulmak değil devrimin, halkın ve partinin çıkarına odaklanan çözümleri bulabilmektedir. Bu; hatayı, eksikliği barındıracak pratiklere de kaçınılmaz olarak yol açacaktır. Ama hatalarımızı düzeltmek, onunla yüzleşebilmek ve onu görme cüretini kuşanmakla mümkündür. Bu süreç esasta sorunlarımızı çözerken hatalarımızla da yüzleşme cesaretini göstermeye içkin olmalıdır.

Partimize bugün dogmatizm eleştirisi yapanlar, partinin 45 yıldır başarısızlığından dem vuranlar ve tüm bunları kendine siyasi dayanak yaparak “değişim” türküsü söyleyenler HİZİP çalışmalarına hakiki gerekçeler oluşturmaya başladılar. Ama unuttukları bir şey var; devrim inişli çıkışlı bir süreci kapsar, devrimci çizgi son tahlilde gelinen noktada ki pratik “başarı” ölçütü ile test edilmez. Tarih-toplum bilimi olan MLM bu ölçütlerle devrimci siyasal çizgiyi kritik edenleri “revizyonist” kategorisine sokmuştur. Partimiz ömrünün yarısından fazlasını anti-komünizm akımının egemen olduğu, sınıf mücadelesinin ağır ideolojik saldırıları altında geçirmiştir. Bu parti, tarihin bu zorlu, yıkıcı ve tahrip edici kesitinde yüce komünizm davasına ve ihtilalci devrimci çizgisine halel getirmeden taşımaya çalışmıştır. Bedeller ödemiştir ancak programına sadık kalmıştır. Bu anlamda partimiz Lenin’in (karmaşık ve yoğun ideolojik bombardımanda programa sadık kalın öğüdü vermiştir) ne kadar iyi bir öğrencisi olduğunu da ispatlamıştır. Ancak süreci sağlıklı okumada, komünist çizgisini ve örgütünü yarına hazırlamada ve donatmada ciddi eksikliklerin olduğunun da bilincindedir. Ama partimizin 45 yıllık deneyiminden sadece “başarısızlık” sonucu üreten ve buradan dogmatizm eleştirisi temelinde birliği parçalamaya çalışanlara diyecek tek sözümüz var: yolunuz reformizmin, tasfiyeciliğin yoludur. “Yeni” adına keşfettiğiniz tek şey reformculuktur, tasfiyedir. Partimizi bu yola sokamayacaksınız. Yüzlerce şehidimizin bize emrettiği bir şey vardır: “biz emaneti bizden daha iyi taşıyacak yoldaşlarımıza bırakmanın inancı ve kararlılığıyla kendimizi adıyoruz”. Şimdi tüm parti kadrolarının, militanlarının, taraftarlarının görevi bu emaneti daha iyi taşıma sorumluluğunu yüklenmektir. Bunun gereğini yerine getirmektir. Bu görevi yerine getireceğiz, getirmek zorundayız. Bu tarihin bize yüklediği kaçınamayacağımız bir sorumluluktur.