HİZBİN DERSİM HİKAYESİ, NASRETTİN HOCA MİSALİ; “YA TUTARSA”…

HomeTürkçe

HİZBİN DERSİM HİKAYESİ, NASRETTİN HOCA MİSALİ; “YA TUTARSA”…

Bazı gerçekler vardır ki tüm yalan ve manipüle haberlere rağmen ayrıntıların yaşamın içinde gizli olduğu ve yalancı tarihin asla saklayamayacağı türde

TKP/ML Militanlarından Hasan Ataş (Şerzan) Yoldaş İçin Yazılama
TKP/ML Batı Bölge Komitesi’nin Kaypakkaya Anma Gecelerine Mesajı
TKP/ML Militanları Gülsuyu’nda Molotoflarla Yol Kesti

Bazı gerçekler vardır ki tüm yalan ve manipüle haberlere rağmen ayrıntıların yaşamın içinde gizli olduğu ve yalancı tarihin asla saklayamayacağı türdendir. Son dönemlerde çok sıkça tanık olunmuştur, Proletarya Partisi saflarında boy veren sağ tasfiyeci anlayışın gerçeği çarpıtma çabalarına.

Bunu söylüyoruz, çünkü kendi “hayal” dünyasını gerçek olarak yansıtmada uzman olanların, gerçekleri de aynı uzmanlıkla manipüle etme çabalarından başka bir anlam ifade etmemektedir pratiklerinin kendisi. Ama “hayal”lerinde gördüklerini de kamuoyuna gerçekmiş gibi yansıtmaktan da geri durmamışlardır.

Parti saflarında boy veren sağ tasfiyeci hizbin, hüsran yaşadığı alanlardan birisi de gerilla alanı olmuştur. Her ne kadar hala “alanın önemli bir kesimi bizden yana tavır aldı” propagandasını yoğun olarak yansıtsalar da gerçeğin hiç de öyle olmadığını süreç göstermiş ve göstermeye de devam edecektir. “Aç tavuk” misali bu yalana sarılan ve bundan etkilenenlere elbette söyleyecek bir çift söz vardır. Ancak kendi pratikleri ile bunu ifade etmek her halde süreci anlatmaya yetecektir. Çünkü gerçeklerle “hayal”ler arasında, uçurum kadar fark vardır. Kendi “hayal” dünyalarını kurgulayanlara inat, bırakın “%80”i (kendi deyimleriyle hizipten yana tavır alan gerilla bileşeninin oranı) aralarında kendisini GDPK sekreteri olarak ilan eden unsur da dahil olduğu halde bir elin parmak sayısına yetişmeyen, üstelik yılgınlar ve kaçkınlardan ibaret olan birkaç kişiden başka etkileyebildikleri kimse yoktur.

Hizipçiler tarafından en fazla manipüle edilen konulardan birisi gerilla alanına yönelik yalan yanlış bilgi ve aktarımlarıdır. Herkesin bildiği bir Nasrettin hoca fıkrası vardır. “Nasrettin Hoca Beyşehir gölüne maya çalar. Görenler Hoca’ya sorar; “Hocam göle niye maya çalışıyorsun? Göl maya tutmaz” diye. Hoca yanıtlar; “Ya tutarsa”…

“Ne yaparsanız yapın parti birliğiyle oynamayın…”

İşte hizipçilerin gerilla alanına “maya çalmaya” çalışmaları da bu zihniyetle yapılmıştır. Hem de tutmayacağını bilmelerine rağmen. Zaten maya tutmamıştır! Çünkü gerilla alanında zaten çalınmış bir maya vardır. Ve özünü parti anlayışından almaktadır. Gerisi teferruattır. Savaş alanının esas alan olması nedeniyle burada yaratılacak bir etkinin kendilerini meşru kılacak bir güce evrileceğini düşünmüş olmalılar ki çabaları da takdire şayan olmuştur. Ancak kaçırdıkları ve asla anlayamayacakları bir gerçeklik vardır, alan önderliği ve savaşçı bileşen, kendisini her şeyin üstünde gören bir anlayışla değil, tüm yetmezliklerine rağmen partili bir anlayışla şekillendirme çabası içinde olmuştur. Hem de tarihin cilvesi midir bilinmez ama şimdi hizbin başını çeken ve bir dönem alan önderliği yapmış bir unsurun alanda vermiş olduğu eğitimlerde sıkça vurguladığı gibi; “Ne yaparsanız yapın ama parti birliğiyle oynamayın” anlayışına uygun bir şekillenişle… Anlaşılan kendisi bu sözleri pek içselleştirerek söylememiştir ancak “öğrencileri”, içselleştirme çabasıyla dinlemiş ve gerektiğinde tavır almasını da bilmişlerdir.

Yıllardır alanda “harcadığı emeğin” karşılığı olarak kendisini takip edecek bir gerilla bileşeninin olduğuna duyduğu sonsuz inançla kollar sıvanmış, ancak bireylerin değil örgütün çıkarlarını ön planda tutan bir direnişle karşılaştığında ise çaresizlikle ne yapacağını bilememiştir. Öyle bir çaresizlik ki daha dün devrimcilikleri sorgulanan, isimleri geçtiğinde öfkeden köpürmesine ve “bunlar gibi devrimcilik yapmayın” telkinlerine neden olacak kadar tepkili olduklarıyla aynı yolda yürümeyi göze almasına dahi neden olmuştur.

“Pratikleriyle sadece kendilerini teşhir ettiler…”

Hizip faaliyeti henüz bir nüve aşamasındayken alana ilk turlar atılmış ve bir nabız yoklaması yapılmıştır. Ancak gerilla alanından, en zorlu süreçlerde bir selamı dahi esirgeyenlerin bu ziyaretlerinin pek de bir hükmünün olmadığı ortaya çıkmış ve hizipçiler tarafından ilk hayal kırıklığının başladığı nokta burası olmuştur.

Yine alana “misafir” olarak gelen bir başka hizip elemanının pratiği de sağcı bir anlayışın ürünü olarak kendini ifşa etmekte hiç de zorlanmamıştır. Gerillaların ısrarla silahları tanıtma çabalarını “Benim silahlara karşı bir ilgim yok. Sevmiyorum.” diyerek reddetmiş ve zerre kadar ilgi göstermemiştir. “Misafirlik” süreci boyunca kadın çalışmaları dışında çok fazla bir gündemle meşgul olmamış bir parti üyesinin silahlara (esas olarak savaşa) olan bu duyarsızlığı gerilla bileşeni tarafından şaşkınlıkla karşılanmış ve eleştiri konusu yapılmıştır. (O dönem en radikal tepkiyi gösteren, en keskin eleştirileri getiren, konuyla ilgili sayfalarca yazı yazarak parti kadrolarının savaşa göre şekillenişinde kendisi için önemli bir kriter olarak sorgulayan yaman bir gerillanın da şimdi kendileriyle aynı saflarda, silahları gömüp, düşmana teslim edenlerden birisi olması, bir başka enstantane olarak bir kenara not edilmelidir.) Bir üye düşünün, savaşçı bir partinin kadrolarından birisi olarak “silahlara ilgim yok” diyecek. Tartışılan, silahlara olan ilgisizlik değil tek başına. Partinin çizgisine olan duyarsızlık, ilgisizliktir. Silahlar burada sadece bir nesnedir.

Alandaki hizip faaliyetinin en sistemli çalışması “geçici” sıfatına uygun olarak hızlı bir şekilde alandan kaçan unsurun alana gelmesiyle yapılmaya başlandı. Üstelikte samimiyetten uzak bir yalancılık ve gizlilikle. Hem de kendisine; “eğer kendine güveniyorsan, İM’lerle açıktan tartışma yürütebilirsin.” denmesine rağmen (çünkü belli bir döneme kadar parti içinde yaşanan süreç, sadece alan önderliği ve alanda bulunan İM’ler tarafından bilinirken, sonrasında tüm savaşçı bileşen bilgilendirilmiştir). Böyle bir şeye cesaret edememiş ve gizli bir çalışmayla “çelişki yaşayanları” etkilemeye çalışmıştır. Bu unsurun açıktan çalışma yürütme meşruiyetini kaybetmesine neden olan ise yine kendi pratiklerinin sonucudur.

Yılların bu yaman “partilisi” alana ilk geldiğinde, taşıdığı kimliğinin, geçmişinin ve deneyiminin etkisiyle bir saygınlık kazanmış, ancak bu çok uzun sürmemiştir. Çünkü taşınan kimlik eğer emekle yoğrulmuyorsa, bir yerden sonra yıllanmış bir kimlik gibi yıpranıp kullanım dışı kalır. Nitekim olan da bu olmuştur.

Bir bahar günü araçtan inip gerillayla ilk kucaklaşma anından başlayarak parti sorunları adı altında kişileri hedef tahtasına koyarak işe soyunmuş, ancak baltayı taşa vurduğunu ancak alanda maddi ve manevi ağırlığı olan bir yoldaşla ilgili karalama kampanyasına başladığında anlayabilmiştir. Emekle yoğrulmuş bir saygınlığı, yalan ve çarpıtmalarla hem de dejenere limanında demirlediği “komünist(!)” kimliğine uygun bir dil ve üslupla, hakaret ve küfürlerle zedeleyeceğini düşünmüş olmalı ki, güçlü bir dirençle karşılaştığından olay bir de kıskançlık boyutuna evrilmiş ve daha da saldırganlaşarak kendini tecrit etme başarısını göstermede ustalık kazanmıştır.

Emek yoğunluklu bir alanda, beklediği saygınlık ve kazanmaya çalıştığı otoritenin yine emek süreciyle oluşacağını bir türlü kavrayamayan bu yaman “partilimiz” her türlü emek sürecinden kaçarak, henüz parti içi sorunlara hakim olmayan savaşçı bileşen de dahil olmak üzere tüm yapıyla arasına keskin bir mesafe koymuştur.

Bireyin emeğe yabancılaşmasına da en iyi örneklerden birisi olarak katkı sunmuş, kendisini daha önce başka faaliyet alanlarından hem de çok iyi tanıyan yoldaşları dahi şaşkına çevirecek düzeyde günlük yaşamın bütün pratiklerinden kopmuş ve kendini politik çalışma olarak yazı-çizi işlerine adamıştır(!).

Bunun yanında politikleşmeyi dilinden düşürmeyerek, kendisini radyo haberlerine o kadar kaptırmıştır ki, birçok gerillanın kafasında “Tayyip’i dinlediği kadar bizi dinlemiyor.” algısı yaratmaktan kaçamamıştır. Yoldaşlarla ilgilenmeyi birkaç kitaba ve özellikle kendi yazdığı yazılara yönlendirme olarak algılayan ve buna göre bir yaklaşım sergileyen anlayışla, en çok dillendirdiği “bürokratizm” eleştirisinin kendi şekillenişi olduğunu göremeyecek kadar körleşmiştir. Ancak birçok konuda olduğu gibi bu etiketin kendisine yapıştığını ve bileşende bir rahatsızlık yarattığını da fark edememiştir.

Yine alandaki kadın çalışmalarına sözde ilgi gösteriyor gibi bir pratiğin sahibi iken, mevzu bahis muhalefet ettiği bir kadın yoldaş olunca erkek egemen bir üslupla her türlü hakaret ve küfrü esirgemeyecek kadar da yaman(!) bir kadın hakları savunucusu olmuştur.

“Politik olarak Kürt halkıyla ve ulusal hareketle güçlü bağlar kurmak gerekir” yaklaşımını ise dilinden düşürmeyerek, partinin siyasal çizgisine aykırı HBDH örgütlenmesini hararetle savunan ama noktaya ara sıra misafirliğe gelen HPG gerillalarıyla tek kelime konuşmayan, ilişki kurmayan bir “dayanışmacı(!)” olmakta da hünerini kullanmayı bilmiştir. Öyle ki Güney’e gitmek üzere hazırlık yaparken “bir de yoldaşlarla vedalaşayım…” diyerek noktaya gelen ve iki gün kalan bir HPG’linin dahi niye geldiğini ancak iki gün, hewal gittikten sonra bir yoldaşa “Bu arkadaş niye gelmiş?” diye sorduğu soruya aldığı yanıtla öğrenebilecek kadar güçlü(!) bağlar kuran bir pratiğin sahibi olmuştur.

Aynı şahıs en büyük birikimi olan “benim bu örgütte yirmi beş yıllık emeğim var.” savunusuyla kendisini haklı çıkarmaya çalışmış, bu tarih içerisindeki olumlulukları sahiplenirken, olumsuzlukların %1’ini dahi sahiplenmeyerek sahip olduğu “parti bilincini(!)” de ortaya koymakta hiç zorlanmamıştır. Ortaya çıkan olumsuzlukları, sürekli kendi dışını tartışarak, koşullarla açıklamış, kendi “partili kimliği” hatırlatıldığında ise “ama ben MK değilim, müdahale edemem!” söylemleriyle, birçok yeni savaşçının dahi gerisinde bir tutum takınmıştır. En büyük özeleştirisi ise; “Evet ben de hata yaptım. En büyük yanlışım liberal kalmamdı” gibi hemen tüm hizipçilerin yaptığı gibi kendini aklama çabası içerisine girmiş, uzun yıllar örgüte verdiği emeğine yaptığı atıfa aldığı yanıt ise kendisine bir tokat gibi çarpmıştır. “Emeğinin karşılığı ne ise söyle, ödeyelim…”

Yazdığı yazılardaki “politik-teorik derinliği” her fırsatta öne çıkarırken, yapmış olduğu ve “korsan Partizan”da yayınlanan “örnek bir alan çalışması” tahlilini bir yoldaşla beraber temize çekerken, teorik ve politik olarak kendisinden daha geri seviyede hem de süreçten bihaber olan savaşçı bir gerillaya “Yoldaş bunu temize çekme, bundan tasfiyecilik çıkacak” dedirtecek kadar ”Kaypakkaya’cı anlayışla” donanmış(!), kendi dışındaki herkesi ise parti çizgisinden sapmış olarak görecek kadar da çizgici olmuştur..

“Şehitler ancak bayrağı devralanların güç kaynağı olur…”

Yalancılıkta ve manipülasyonda “geçici” yol arkadaşlarından (geçici diyoruz çünkü, “Sen onlarla birlikte aynı yolda yürüyemezsin” denildiğinde, “Beni onlarla bir tutmayın. Ben kendi muhalefetimi yapıyorum. Onlarla yol yürüyemeyeceğimi biliyorum. Zaten burada başarılı olmazsam kendi partimi kurarım” diyerek kendi amacını sürekli gizleyen bir tavra sahipti) hiç de geri kalmayarak, şehit yoldaşlar kullanılmaya başlanmış, “Eğer Kasım 2016’da şehit düşen …yoldaş yaşasaydı o da bizimle beraber hareket ederdi” yalanına başvurmaktan geri durmamıştır. Bahsettiği yoldaş, partinin içinde bulunduğu sürece eleştirileri olan ama tartışmalarını da parti zemininde kalarak yürüten bir yoldaştı. Yoldaşın eleştirilerini kullanarak sanki peşlerinden gideceğini düşünecek ve yansıtacak kadar da acizleşmiştir.

Yine tüm savaşçı bileşenin gözü önünde cereyan eden ve hizip faaliyetlerine rağmen her türlü olanağın sunulduğu bir dönemde “bizi tecrit ettiler” yalanını savaşçı bileşenle tartışacak kadar yalanda sınır tanımaz bir hale gelinmiştir. Ancak herkesin tanık olduğu yalanlar ancak sahibini teşhir etmiş ve kendisini küçültmüştür, çamur attıklarını değil. Aynı dönemde de aşağıdaki yol arkadaşları “biz yoldaşımızın can güvenliğinden endişe duyuyoruz” diyerek yaygara koparmışlardır. Biraz vicdan ve namus sahibi olanlara “el insaf” denir ama kendilerinde olmadığı bilindiğinden bu haktan imtina edilmiştir.

“Taş üstüne taş koymayan emek hırsızı…”

Aynı unsur hırsızlıktan da geri durmamış, alanda kolektif bir şekilde hazırlanmış ve henüz tamamlanmamış olan gerilla anılarının yazılı olduğu bir roman çalışmasını çalarak tüm uyarılara rağmen yangından mal kaçırırcasına yayınlama cüretini göstermiştir. Hem de sözde eleştirilerini açıklamak pahasına şehitler kullanılarak yazdıkları ibretlik bir önsözle…

Ama daha vahim olanı, alanın ihtiyacı olduğunu bildiği ve hem de kendilerinin zerre kadar emeği olmadan alınmış ve partiye ait olan binlerce mermi, onlarca şarjör, her şeye rağmen düşman karşısında zor durumda kalmamaları için alan parti önderliği tarafından teslim edilen silah ve kullanım malzemelerine, düşmana teslim etme pahasına “Rojava’daki” şefleriyle organizeli bir şekilde el koymuştur.

Ve son olarak, başarısız hizip faaliyetinin ardından bayrak açarak gittiği bir alanda yapmış olduğu bir randevu sonrası, noktalarına çağırdığı Çiğdem ve Nergiz yoldaşlara “bakın biz burada baklava yiyoruz” diyerek devrimciliğini bir dilim baklavayla küçük-burjuva yaşam özlemine feda ettiğini deklare ederek, olanaklarının ne kadar güçlü oluğunu ispata soyunmuştur… Hem de tabir-i caizse düşmanın tüm gerilla güçlerine yönelik ambargo uyguladığı bir dönemde (a)politik kimliğiyle etkileyemediği gerillalar, küçük-burjuva duygular okşanarak etkilenmeye çalışılmış ancak devrim ve savaş gibi bir iddiası olanların yanında bir kez daha küçülmekten kurtulamamıştır.

Bu pratiklerin listesini çoğaltmak mümkündür. Ancak bu kadarı herhalde yeterlidir. Tüm bu pratiklere şahit olan gerilla alanındaki tüm yoldaşlar (pardon birkaç kişi saflarına katılmıştı) bırakın peşlerinden gitmeyi, adeta ateş püskürüyorlar.

Başarıları mı? Ha onları es geçmemek gerekir. Her ne kadar %80 olmasa da, birini etkilediğinin hakkını teslim etmek gerekir. Onlar da zaten savaş kaçkınları ve yılgınlar… O kadarı da çabasına karşılık olsun.

Bu süreçte neredeyse tüm gerillalar partiyi sahiplenip hizbe tavır almışken, hala gerilla alanını etkilediklerinin yaygarasını koparmaları sadece tirajı-komik bir durumdur ve kendilerini gülünç duruma düşürmektedir. Yine de bu yalan makinasından etkilenenlere birkaç söz söyleme zorunluluğu var. Siz bu pratiklerin sahibi olan bir anlayışın peşinden gider misiniz? Biraz parti kültürü almış herkesin vereceği yanıt bellidir. Ama yine de belirtilmeli ki; parti anlayışıyla, kültürüyle, şekillenişiyle uzaktan yakından alakası olmayan bu anlayışla hareket edilmedi, edilmeyeceği de pratikte ispatlandı. Çok sular aktı hizip çalışmasından bu yana. Kendileri kitleleri aldatma pahasına “GDPK Sekreteri” imzalı röportaj daha yayına ulaşmadan alanı terk ededursun, “kazanmış(!)” oldukları gerillalar, şehitler ve bedeller pahasına savaşta ısrarı ilan ettiler dosta düşmana. Sahip olunan kültür, yoğrulan şekilleniş ve alınan bilinç bu ısrarın ve direncin mihenk taşıyken, kendilerinin sahip olduğu mihenk taşının karşılığı da pratikleri olmuştur..

Ve son söz… Tartışılan bireyler değil, anlayıştır. Sunulan ise “hayaller” değil, yaşanılanlardır. Bu yazıya yeni yalanlarla saldıracakları bilindiği halde gerçekler ortaya konuldu. Çünkü gerçekler devrimcidir…

Dersim’den bir Partizan