HİZİPÇİLİĞİ “HAYIR” TAVRIYLA MEŞRULAŞTIRMA KORKAKLIĞI,  SAÇMALAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ!

HomeTürkçe

HİZİPÇİLİĞİ “HAYIR” TAVRIYLA MEŞRULAŞTIRMA KORKAKLIĞI, SAÇMALAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ!

HİZİPÇİLİĞİ “HAYIR” TAVRIYLA MEŞRULAŞTIRMA KORKAKLIĞI, SAÇMALAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ! Ülkemizde şu anda startı verilmiş bir referandum süreci söz

ÖLÜ DİRİLİR AMA P/C’NİN SOSYAL ŞOVENİZMİ ÖLMEZ!
İşçi Köylü Kurtuluşu 130. Ekim Sayısı Çıktı…
Dersim Bölge Komutanlığı’ndan 6 Mayıs Geyiksuyu şehitlerine ilişkin açıklama
HİZİPÇİLİĞİ “HAYIR” TAVRIYLA MEŞRULAŞTIRMA KORKAKLIĞI, SAÇMALAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ!

Ülkemizde şu anda startı verilmiş bir referandum süreci söz konusudur. Lakin “yönetenlerin yönetim krizi”ni, ülkedeki demokrasi ve temel haklar krizinin bu kadar yükseğe çıktığı, devrimci savaşımın/halk savaşının koşul ve imkanlarının da bir bu kadar geliştiği böyle bir süreçte halen TKP/ML’yi bağlayacak şekilde ve onun temellerinde duran demokratik merkeziyetçilik ilkesini hiçe sayan açıklamalar ve icraatlar söz konusudur.

TKP/ML-MK imzalı Yurt Dışı Merkezli Hizip çalışmasını kamuoyuna açıklamasından sonra 10 Şubat tarihinde “Komsomol ve TKP/ML’ye bağlı komitelerin hizip tartışmasına karşı ortak açıklaması” yayınlanmıştır. Bu açıklama var olan hizip faaliyetinin en fazla çap ve kapasitesinin biraz daha geniş olduğunu kamuoyuna deklere etmek olmuştur. “Partinin birliğini gerçekleştirme çabamız hala son bulmadı” gibi “popülist” çıkışlarla, kendi tesis ettikleri hizip birliği dışında partinin diğer güçlerini yok sayarak çalışmalarını örgütlemesi, komitelerini kurması, kendi yönelimleri doğrultusunda politika belirlemeleri “YALAN” ile siyaset yapmanın bir yansımasıdır. Var olan hizipçi pratiklerini “Birliği gerçekleştirme çabamız son bulmadı” diyerek örtmek “korkaklıktır”. Madem bu birliği gerçekleştirme çabanız devam ediyor, “Parti gücü olarak gördüğünüz diğer örgütlenmeleri”ni neden yok sayıyorsunuz. Bu noktada birlik için tek bir adım atmak yerine neden Partinin yıllardır faaliyet yürüttüğü alanlarda kendi örgütlenmenizi yaratıyorsunuz ve kitlemizi karşı karşıya getirme faaliyetlerini bu şekilde örgütlüyorsunuz. “Yediğiniz Pekmez Gittiğiniz Antep” sözüne uygun bir pratiğiniz varken, “bal yiyip Antep’e gidiyoruz” diye kamuoyunu kandırmaya çalışıyorsunuz. Açıklamada, alttan alta tabana doğru yaydıkları deşifrasyonların, hedef göstermelerin, komplocu teorilerin bir versiyonu nu da görüyoruz. “Bu açıklamayı yapanlar ve yapacakların Avrupa’da ahkâm kesmeleri” gibi ifadelerle deşifrasyon ve hedef gösterme tarzının kamuoyuna yönelikte yapılacağına işaret etmektedir. Yakında somut adreslerle hedef gösteren açıklamalar çıkarsa şaşırtıcı olmayacaktır.

Ancak bu tarz ve yöntemden cesaret alıp “bağlantısızlar, bağımsızlar” imzalı açıklamalar kamuoyuna yayılmaya başladı bile. En pespaye yalanlarla, deşifrasyonun-komploculuğun en mide bulundurucu biçimi bu açıklamalarda görülmektedir. Kuşkusuz “özel hedef gösteren” her açıklama sürecin ruhuna uygun olarak düşmanın manüplasyonlarına, hedef göstermelerine ve eski hesapları olan güruhlara saldırma zemini hazırlayacaktır. Olanda şimdi budur.

Bu açıklama üzerine söylenecek çok şey vardır. Ancak açıklamanın son maddesi bu hizip faaliyetinin Parti hukukuna nasıl kast ettiğini göstermesi açısından çarpıcıdır. “Eylül 2016 tarihi itibariyle MK içinde yaşanan istifa nedeniyle parti tüzüğümüzün ilgili maddesince MK iradesini yitirdiği için hiç kimsenin MK adına hareket etme MK imzası kullanma yetkisi kalmamıştır.” denmektedir. Yani hizip çalışmasına partinin hukuku kanıt gösterilmektedir. Biz MK iradesini kaybettiğinde Parti tüzüğünün ilgili maddesini buraya koyarak yoruma açık olmayan gerçekliği kamuoyu ile paylaşmayı yeterli görüyoruz. ”MK tüm yedek üyelerin sırayla katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa, asil üye sayısının üçte birini alt organlardan bünyesine katabilir. Bundan sonra irade sorununun yeniden oluşması halinde, çözüm yöntemi için parti iradesine başvurulur.” Parti içi hizipçiler, tasfiyeci anlayış yapılan görüşmelerde, soruna dair yürütülen tartışmalarda tüzüğün bu maddesine şans vermemişlerdir. Ve kendi bildikleri yoldan yürümeyi tercih etmişlerdir.

Referandum Bağlamında “Hayır” Cephesinin Gücüne yaslanarak Hizipçiliğin Keyfiyeti!

Tüm kitlemiz ve faaliyetçilerimizin yakından takip etmek zorunda kaldığı, muhattap olmak zorunda kaldığı ve kendisine GYDK diyen darbeci tasfiyeci hizip, son bir hamle ile ve yanına aldığı kadim dostları ile partimizin Referanduma ilişkin tavrını baltalamanın hem de Proletarya Partisi’nin ismini kullanarak “iki başlı” görüntü vererek kendine meşruiyet sağlamanın konforunu aramaktadır. “Hayır” cephesinin yarattığı güçlü kamuoyunu ise arkasına alarak bu hizip faaliyetine meşruiyet yaratma derdindedir. Kendisine çeşitli mecmualarda kürsüler kurarak TKP/ML’nin anayasayı boykot etmesinin altını eşelemeye, tüm PP iradesini boşa düşürerek İbrahim Kaypakkaya geleneğini ve 71 manifestosunu “anayasalcı” bir tasfiye sürecine çekmek istemektedir. “Hayır” tavrını açıklarken “boykot” tavrının altını dolduran siyasi metinler hazırlanmakta ama “şizofrenik” bir çelişkiyle “HAYIR TAVRI” çıkarılmaktadır.

Kitlemize açık beyanımızdır ki, pratikte hat bulmayan ve polemikten ibaret olan tartışmaların heveslisi değiliz, ancak parti anlayışını koruma olgusunun çizgiyi korumaktan geçtiğinin ve bu uğurda tüm komünist ve devrimcilerin tartışmaktan ve düşüncelerini savunmaktan geri kalmaması gerektiğinin de farkındayız.

Neden “Evet-Hayır” İkilemi Yerine Boykot?

Bu konuyla ilgili denecek tek söz 82 anayasası ile yeni taslağın kıyaslanmasından değil bir anayasanın kim tarafından kimin ödevlerini yazdığını anlamaktan geçer. Anayasa; ezilenlerin hak ve özgürlüklerinin garantisi değil özellikle egemenlerin “hak ve özgürlüklerin” çizgilerini belirlediği ve bu çizgilerle de üzerinde hakimiyet sürdükleri topraklardaki ezilenlere ödevler yüklediği bir uzlaşı belgesidir. Sosyalist olmadığı sürece hiçbir devlet anayasası emekçilerden ve işçi sınıfından yana bir değişim göstermez. Çünkü Anayasa tartışmasında mevzu anayasayı hangi düzen partisinin veya hangi egemen kliğin yazdığı değil, kimin ve hangi sınıfın iktidar olduğu mevzusudur.

Anayasa; ezilen çoğunluğa ezenlerin kendi prensip ve yaptırımlarını kabul ettirme metodudur. Özellikle bugün Türkiye’de bir darbe süreci yaşanmaktadır. Bu darbe 15 Temmuz darbesi değil, gerici faşist AKP’nin kompradorların çıkarlarını korumak için OHAL ilan etmesi ile başlayan darbedir. Bu süreçte var olan anayasada yapılan değişiklikler tıpkı 80 Askeri Faşist Cuntasında hazırlanan anayasa gibi gerici, faşist bir anayasadır. Egemenlerin kâr paylaşımı ve keyfiyetlerinin kolayca hayat hakkı bulması haricinde başka bir amacı yoktur ve iktidar komprador kapitalistlerde olduğu sürece de olmayacaktır.

Lakin başta Türkiye Kürdistanı olmak üzere devam eden katliamlarla birlikte buna karşı bir savaşım söz konusudur. Bu savaşıma TKP/ML de yerini almış ve düşüncelerinin ışığı eşliğinde Halk Savaşı’nda ısrarcı bir hat izlemektedir. Geçmiş tarihte darbe süreçlerini ve bu süreçlerde karamsarlığı politik güzergah ilan edenlerin, savaş koşullarını görmeyen ve hatta red edenlerin en son koşmaya başladığı kulvarları fazlasıyla gördük ve halen de GYDK sayesinde görmekteyiz. Darbe öncesi süreçleri darbe sonrasından daha faşizanmış gibi değerlendirerek kendilerine parlamentarist bir çizgi belirleyenler bugün tarih olmuştur.

“Süreğen bir faşizmin” yani hak gasplarının süreklileştiği bir sistemde çözümler onun anayasaları arasında tercih yapmaktan değil, mevcut koşullara rağmen kitleyi mücadeleye seferber etmekten ve onu mücadeleci bir siyasi çizgiye yöneltmekten geçer. Bunun aksine olan tavırlar, yani karamsarlıktan kendisinin iktidar olmadığı bir sistemde iki anayasadan birine sarılma taktiği “akıllı olmayan devrimcilere özgü anarşistçe bir davranış biçimidir!”

Ustalardan ve Komünist Önderlerden Öğrendiklerimizle Yol Almalıyız

Tüm kitlemiz ve faaliyetçilerimiz bilmelidir ki kızıl bir güzergâh ukalaca kendisinin usta kalifiyesinde olduğunu iddia etmekten değil, Komünist Ustaların ve önderlerin deneyim ve tecrübelerinden yola çıkarak bugünü sağlıklı bir şekilde yorumlamaktan geçer. Parlamento seçimlerine ilişkin yazıları kendi oportünist güzergahlarına rehber edinenler elbette Lenin’in Duma seçimleri ile Türkiye’nin Anayasa tartışmalarını aynı kefeye koyacaktır. Oysaki aynı Lenin (belki Hizipçiler başka bir Lenin okumuş olabilir) parlamento konusunda boykot mu katılım mı sorularına yanıt verirken bu durumu sistemin onayı mı reddi mi diye görmemiştir. Çünkü kendisi mevcut sistemin anayasasını oylamak gibi bir deneyimi hiç yaşamadığı gibi bizzat o anayasaya ve onu yazanlara karşı iktidar mücadelesi vermiştir. Tersine bir tutum, yani anayasa referandumu ile Duma (Çarlık dönemi Rus Parlamentosu) seçimlerini aynı kefeden değerlendirmeye tabi tutmak, bu vesile ile iktidar mücadelesi verenlere ve bu mücadeleye destek olanlara “gidin eskisini onaylayıp yenisini reddedin” demek veya “Ona da hayır, buna da hayır, zaten hayır demek için hayır” gibi söylemlerle Şafak Revizyonistleri’nin anayasalcı ve düzen içi tutumlarının bile gerisine düşmektir. Anayasa tartışmasına bakış, tıpkı parlamentoyu ele aldığımızda da olduğu gibi “taktik” bir mesele olarak görülebilir, ancak bir parlemento seçimleri gibi olmadığı da açıktır. Anayasa meselesi parlamentodaki kürsü hakkı meselesi ile denk ve eş değildir, olamazda! İçinden geçtiğimiz sürecin özellikleri ve her sandık ve seçim sonrası faşist diktatörlüğün saldırılarına daha fazla meşruiyet kazandırma aygıtına dönüştürdüğü bir gerçektir. Üstelik sandıktan çıkanların yok sayıldığı, ne pahasına olursa olsun devletin bekası için sandık sonucunun kabul edilmeyeceğinin pratikte ispatlandığı bir süreçten geçiyoruz.

Kaldı ki boykot yeni anayasaya mı hizmet eder gibi geçmiş seçimlerde Kemalistlerin özellikle dillendirdiği bir bakış açısına cevap vermeye tenezzül etmemekteyiz, çünkü iradi konan bir boykot tavrının hizmet edeceği tek yer Halk Savaşı ve mevcut sömürücü sistemin reddidir.

Tüm yoldaşlarımızı ve komitelerimizi çizgisine yani gerçek önderliğine sahip çıkmaya, boykot tavrının aktif bir A/P’sini yapmaya ve bu gündemi ezilenlerin gündemi haline getirmeye çağırıyoruz. Açıktır ki faşizmin saldırıları ile kendini bu denli teşhir ettiği, örgütsüz halk yığınlarının örgütlülüğün ihtiyacını bu denli hissettiği bir dönem daha yaşamadık. Bu ihtiyaca yanıt olma yerine “sandıkta hayır çıkarsa kurtuluruz” propagandasına geniş kitlelerin mahkûm edilmesi affedilmez bir politik hata olacaktır. Bugün sınıfa ve devrime karşı olan görevlerimiz asli duruşunu korumalı, yanlışlarla olan ideolojik ve politik mücadelemiz ise bununla yürüyüşüne devam etmelidir.

YAŞASIN PARTİMİZİN İDEOLOJİK-POLİTİK-ÖRGÜTSEL BİRLİĞİ!

HİZİBİ MAHKÛM ET, PARTİ BİRLİĞİNDE ISRAR ET!

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM

TKP/ML- YURT DIŞI KOMİTESİ(YDK)

TKP/ML- AVUSTURYA KOMİTESİ

TKP/ML- İSVİÇRE KOMİTESİ

TKP/ML- FRANSA KOMİTESİ