PARTİZAN’DAN REFERANDUM DEĞERLENDİRMESİ

HomeTürkçe

PARTİZAN’DAN REFERANDUM DEĞERLENDİRMESİ

Tayyip-AKP İktidarı Kağıttan Kaplandır!Anayasalar, devlet kurumları arasındaki ilişki ve bunların işleyişiyle birlikte, devletle kitleler arasında

KOMÜNİST-DEVRİMCİ ÇİZGİDE ISRAR VE MÜCADELE, TOPYEKÜN SALDIRI ABLUKASINI DAĞITACAKTIR!
Partizan, Mayıs ayında Kaypakkaya anmaları gerçekleştirecek !
Sosyal Medya Üzerinden Yaratılmaya Çalışılan Dejenerasyona Alet Olmayalım!

Tayyip-AKP İktidarı Kağıttan Kaplandır!

Anayasalar, devlet kurumları arasındaki ilişki ve bunların işleyişiyle birlikte, devletle kitleler arasındaki ilişkiyi belirler. Söz konusu devlet ve devletle kitleler arasındaki ilişki olduğu için, anayasalarda bir sınıfın çıkarı, onun egemenliğini sürdürmesi saklıdır. Kitleler bunu kabul ettiği ölçüde egemen sınıfın hâkimiyeti tesis olur. Bu açıdan anayasalar, sınıfların karşılıklı ilişkisine göre nitelik kazanır ve bu ilişkiye göre biçimlenir.

TC devletinin esası 1924 Anayasası ile belirlenmiştir. Bu anayasa, devlet ile toplum yaşamına damgasını vuran şerri hükümler ve feodal monarşiyi hedeflemiştir. Hedeflediği güçlere bakıp bu anayasaya demokratik bir nitelik atfetmek büyük yanılgıdır. Öncelikle TC devletinin temellerini atan, aynı zamanda anayasayı yapan sınıf, emperyalizme ve feodalizme karşı, onun ülkedeki güç ve dayanaklarını hedefleyen bir sınıf olmayıp, onlar tarafından desteklenen, onların işbirlikçisi komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarıdır. Yeni devlet yani TC devleti üzerinde, yeni bir sınıfın değil eski egemen sınıfın, komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının hâkimiyeti söz konusudur. Olan, emperyalizmin işbirlikçisi sınıflar arasında egemenliğin el değiştirmesi, bir klikten diğer bir kliğin eline geçmesidir. 1924 Anayasası emperyalizmin ve emperyalizmin ülkemizdeki sosyal dayanaklarının çıkarlarına uygun bir içeriktedir. Onun bu içeriği faşizmdir.

Faşist 1924 Anayasası, bugüne kadar yapılmış anayasalar ve anayasa revizyonlarının temelidir. Bu anayasalar sınıfların karşılıklı ilişkisinde niteliksel bir değişimin sonucu değil, emperyalizmin ekonomik ve siyasal gelişimine, bunun ülkeye yansıması ve klikler arası dalaşa bağlı olarak gerçekleşmiştir. Bu anayasalar örneğin feodalizmin ve dolayısıyla feodal sınıfların tasfiyesi ya da burjuva demokratik güçlerin emperyalizm ve uşaklarını hedefleyen ve onların tasfiyesiyle sonuçlanan bir hareketin sonucu yapılmamıştır. Dolayısıyla TC anayasası baştan itibaren faşist niteliğini koruyarak gelmiştir. İster yukarıdan bir dayatmayla (1924 ve 1960 anayasasında olduğu gibi) olsun isterse askeri faşist cuntanın yaptığı gibi halk oylamasına sunarak olsun ,yapılan tüm anayasalar ya da kısmi değişiklik olarak sunulanlar faşist niteliktedirler. Anayasanın rolü ve işlevinin yanı sıra tam da bu niteliği nedeniyle, anayasaya halk oylamalarında komünistler ve kimi devrimci demokrat güçler kitleleri sandığa değil boykota, faşist anayasayı “yapmaya” değil onu ve ruh verdiği devleti yıkmaya çalışmıştır.

AKP’ nin işbaşında olduğu 15 yıl içerisinde üç kez anayasa değişikliği gündeme gelmiştir. Diğer ikisinde devrimci-demokrat güçlerin önemli bir kesimi komünistler gibi boykot tavrını benimsemişken, 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu’nda boykot tavrı neredeyse komünistlerle sınırlı kalmıştır.

Referandumla ilgili tavırlar netleşmeye başladığında ve devrimci-demokrat güçlerin neredeyse tamamı “hayır” cephesinde buluştuğunda, Partizan olarak dikkatimizi bu güçlerdeki 180 derecelik dönüşe ve bunun nedenlerine yöneltmiştik. Bu U dönüşü ciddi bir problemdi, ve açığa çıkartılması gerekiyordu. Sınıf mücadelesine, kitlelere duyduğumuz sorumluluk bunu gerektiriyordu. Yayın faaliyetimize çöreklenmiş ve yayın çizgimizi rayından çıkarmış hizipçi faaliyet nedeniyle bu görevi farklı bir yayın mecrasında ve kitle çalışmalarımızda yerine getirmeye çalıştık.

Devrimci-demokrat güçler Kürt hareketinin yanında olmak, kitleleri mobilize etmek, durumun daha da kötüye gitmesini engellemek, şeriata gidecek sürece ket vurmak gibi gerekçelere dayanarak Hayır diyorlardı. Partizan’ın boykot tavrına ilişkin ise tek bir anlamlı eleştiri getirilmemiş (“boykot Evet’e hizmet eder. Boykotla Tayyip desteklenmiş olur” biçiminde bir kliğe karşı diğer klik arkasında saf tutmayı öğütleyen “eleştiriyi” saymıyoruz.) yayınlarında boykot adeta görmezden gelinmişti. Boykota ilişkin en cüretli “eleştiri” yine bizim “içimizden” geliyordu. Sağ oportünizmini revizyonizmle taçlandırmış hizip, Boykot tavrını sosyal şovenizm, kitlelerden kopmak olarak değerlendiriyor, bir de ideolojik olarak doğru ama politik olarak yanlış diye özetleyeceğimiz bir garabetle karşımıza çıkıyordu.

Partizan, “faşist anayasa, hâkim sınıf kliklerinden birinin lehine revize ediliyor. Devlet kurumları arasında güç dağılımları yeniden yapılıyor. Buna taraf olma!” diyor ve kitleleri “meşruiyet gereksinimi için kurulmuş sandığa gitme”, “Evet ya da Hayır çıkması anayasanın faşist niteliğini değiştirmiyor. Faşist anayasayı oylama!” diye boykota çağırıyordu. Egemen sınıflar egemenlik araçları ve kurulu maddi ilişkiler üzerinden kitlelerin bilincini belirliyor. Bu çarpıtılmış bilinç aralanmaya başlanmış ve koşullar kitlelerin çıkarları yönünde bir bilincin gelişimi için imkanlar sunuyorken sınıf mücadelesinin örgütlü, bilinçli gücü olduğunu iddia eden her devrimci-demokrat güç, kitlelerin bilincinde ileri dönüşümler yapacak, sınıf mücadelesinin lehine hizmet edecek anlayış ve pratikler geliştirmek zorundadır. Hayır tavrı, kitlelerin çarpıtılmış bilincini besleyen, onu güçlendiren bir tavırdı ve kitlelerin bir kesiminde faşist parlamenter sistemin, bu sistemin kurumlarının savunulmasına, hatta AKP’ye, Tayyip’e düşmanlığı ölçüsünde şimdiki sistemin yüceltilmesine katkı sunmuştur.

Hayır cephesinin CHP tarafından domine edildiği gizlenemeyecek, savuşturulamayacak bir gerçektir. Kurulan “Hayır meclislerinde hegemonya CHP’nindir. “Kitlelerden kopmama” olarak ifade edilen politika, izlenen yanlış taktik nedeniyle CHP tarafından yedeklenmeye götürüldü. Propagandanın baskın dili CHP’ye ait dildi. Bu durum güç ve medya ilişkileri nedeniyle bir parça mazur görülebilirdi, eğer ki CHP dili bir müddet sonra bu güçlerin de dili haline gelmeseydi. “Tek adam diktatörlüğü”, “parlamenter sistem”, “kuvvetler ayrımı”, “demokrasi-diktatörlük” denklemi gibi CHP’ye ait ya da CHP’ye ait olması gereken argümanlar, devrimci demokrat Hayırcılar tarafından da benimsenip kullanılır oldu. Devletçi olan bu temalar kitlelere taşındı, kitlelerin kendiliğinden ya da çarpıtılmış bilinci bu temalarla güçlendirildi.

Devrimci-demokrat güçlerin Hayır cephesinde buluşması ve CHP’nin ideolojik-politik hegemonyası altına girmesi, aynı ve ortak pratik süreçler örgütlemesi, içerisinde bulunduğumuz politik durumdan bağımsız düşünülemez. Faşizmin saldırılarının yoğunlaştığı ve yaygınlık kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu yoğunlaşmış saldırılar bir dizi hedefe ulaşmak içindir. Bu hedeflerden biri de başta Kürt halkı ve Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere bütün bir halkın ve örgütlü politik öznelerin boyun eğmesi, iradesinin kırılmasıdır. Örgütsüz, dağınık, keşmekeş bir kitle görmek istiyor faşizm. Aslında bu amaç ve bu amacın gerçekleşmesini gerektiren bütün uygulamalar her dönemin sorunudur. Faşizm her dönem bu temel amaç gereğince konumlanır, hareket eder. Buradan bakıldığında, dönemin genel süreçten farklı bir özelliği-özgünlüğü yoktur denebilir. Fakat bu döneme yaklaşık üç yıl süren çatışmasızlık ya da yaygın söylemle barış koşullarında geldik. Görece rahat, devlet otoritesinin görece gevşek olduğu, dolayısıyla ifade ve örgütlenme imkânlarının daha geniş olduğu bu üç yıl, KP’nin, devrimci demokrat güçlerin örgütlenme, askeri çizgisiyle kitle çizgisinde farklılaşmaya yol açmıştır. Süregelen çizgi ve tarz, yeni koşullarla yüzleşip bilinçli bir önderlik altında yenilenmemiş, kendiliğindenliğe bırakılarak perspektifsiz bir pratik işletilmiştir. İçinden geçtiği siyasal koşullarda hedefsiz ve hatta akıntıya kapılmış olarak ilerleyen politik özneler, reformist, tasfiyeci bir koridora hızla girdiler. Girilen bu koridorda yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler, fırlatma rampaları gibi bir işlev gördü.

Faşizmin daha esnek, şiddet ve baskı yönünün daha gevşek olduğu üç uzun yılın ardından, Temmuz 2015’ten itibaren başlayan ve iki yıla yakın bir süredir devam eden ağır baskı ve şiddet koşullarına geldik. Türkiye Kürdistanı’nda yaşananları, kayyumları, atanmışlar dahil binlerce insanın tutuklanmasını, tv kanalları, demokratik kurumlar gibi yüzlercesinin kapatılmasını, sosyal medyanın kriminalize edilişini uzun uzun anlatmayalım. Egemen sınıflar ve onların faşist devletinin başlattığı yeni süreç, çatışmasızlık koşullarında perspektifsiz yol alan klasik siyaset yapma tarzları ve davranış kodları bozulmuş, yerine yenisini koyamamış, devrimci-demokrat güçleri hazırlıksız yakalamıştır.

İşletilen yeni süreç, örgüt yapısı ve anlayışında, kitle çizgisi ve politika tarzında reformist biçim ve tarza doğru yönelmiş, savaşçı çizgisi rehavete ve rehabiliteye uğramış, KP ve devrimci-demokrat güçlerde girdikleri doğrultunun boyutlanması gibi bir sonuç doğurmuştur. Referandumda ağız birliği etmişçesine, neredeyse tüm devrimci-demokrat güçlerin Hayır’da buluşması, genel hatları itibariyle, özetle bahsettiğimiz gelişmeler ve ortaya çıkan politik durumla ilgilidir. Daha derinlikli analiz gibi bir görev hala ve sürekli geçerli olmakla birlikte M-L-M’ler, sürecin özelliklerini genel yönleriyle tahlil etmiş durumdadır. Boykot tavrımız ve Hayır’cı devrimci-demokrat güçlere dönük öneri ve eleştirilerimiz bunun bir parçasıdır. Referandum sonuçlandı ve sandıktan az bir farkla Evet çıktı. Mühürsüz ve damgasız zarf ve oy pusulalarının geçerli sayılmasından dolayı referandum sonuçları şaibeli görülmüştür. Fakat şaibe aranacaksa, bu daha baştan mevcuttur. OHAL koşulları, KHK’lar, Kürt illerinin yakılıp yıkılması ve yüz binlerin yerinden edilmesi, A/P imkanlarının kısıtlanması vs. referandum çalışmasına yönelik veya onu etkileyen saldırılardır. Bugünkü referandum sonucu, bu saldırılarla birlikte ortaya çıkmış bir sonuçtur. Dolayısıyla referandum süreci başından itibaren hileli, şaibelidir. Mühürsüz, damgasız zarf ve oy pusulası ise buna tüy dikmiştir. Proletarya Partisi, referandum tavrını ilan ederken bu duruma da değinmiş ve demiştir ki anayasanın kitlelere onaylatılması için sandık kurulmasıyla, kitleler sandığa gitmesin, giderse de Evet oyu kullansın diye işletilen azgın saldırı ve sindirme süreci birbirine karşıttır. Bu, kitlelerin referandumda dolgu malzemesi olarak kullanılmasıdır. Kitleler bu oyuna araç olmamalı, referandumu boykot etmelidir ve tespitini daha ileriye taşıyarak referandumdan Evet çıkması için her yola başvurulacağı ve Evet’in çıkartılacağını söylemiştir.

Bugün “referandum sonuçları şaibelidir” demek, bir gerçeğin ifadesinden öte değer taşımıyor. Kitleleri başından beri hileli, şaibeli olan bir referanduma katmak için büyük enerji harcanmış, pek çok şey yapılmıştır. Şimdi söylenen şey başından beri olan, gerçekleşen şeydir. Devrimci-demokrat güçler, kitleler olmaksızın oynanamayacak referandum oyununa, kitlelere taşıdığı, onları faşizmin demokrasi oyununun dolgu malzemesi yaptığı için, öncelikle düşünmeli ve özeleştiri vermelidir.

Evet için her yola başvurulacağı biliniyordu. Görüldü ki kitleler buna uygun hazırlanmamış, ilk günkü sınırlı grupların hareketi bir yana, kitlelerin gücü harekete geçirilmemiştir. Hayırcı devrimci-demokrat güçler bu gerçekle yüzleşmeli, kitlelerin hazırlıksız yakalanmasındaki rollerini görmelidirler.

Devrimci-demokrat güçlerin de dahil olduğu Hayır cephesi için, önemli ölçüde CHP tarafından belirlenmiştir dedik. Bunu, sonuçlar açıklandığında ve Evet’in hileli, şaibeli biçimde kazandığı ortaya çıktığında da gördük. Kılıçdaroğlu sonuçlarla ilgili kamera karşısına geçip YSK kararı hakkında “doğru bulmuyoruz” dışında, sonuç ve tavır hakkında hiçbir şey söylememiştir. Böylelikle sakin, uzlaşmacı bir süreç isteyen ve öngören TÜSİAD ve onun “basın sözcüsü” Ertuğrul Özkök’ün  beklentilerini ziyadesiyle karşılamıştır. Burada sözümüz “Hayır meclislerinde CHP ile birlikte olan devrimci-demokrat güçleredir. Eğer CHP tarafından belirlenmiş değillerse, Kılıçdaroğlu’nun aksine Hayır Meclisi olarak kitlelere neden çağrı yapılmadı, bunun için üzerinden iki gün geçmesi ve Kılıçdaroğlu’nun “seçim sonuçlarını tanımıyoruz” demesi mi gerekiyordu.

Bugün sandığa giden kitleler, YSK kararıyla bir oldu bittiye getirilip sandıktan Evet çıkarılmasını kabul etmiyorlar. Ancak kitleler bunun karşısında bir daha sandığa gitmeyiz demek dışında bir şey yapmış değil, yapamaz da. Kitleler kendi deneyimleriyle referandum oyunu içerisine dahil edilişlerini ve bunun nedenlerini öğreniyorlar. Ancak bunun geçici olduğunu, bu konuda doğru bir bilinç oluşturamadıklarını da biliyoruz. Kitlelerin bilincini aydınlatmak, süreklileşmiş bir propaganda ve ajitasyon kadar, bunlarla iç içe geçmiş bir pratikten geçer.

Hayır diyen kitlelerin, bu Hayır haykırışlarında bir başkaldırının, faşizme karşı bir direnişin saklı olduğunu, hançeresini patlatırcasına bağırmasının bu devlete dönük isyanı olduğunu biliyoruz. En azından bir kesim için durum böyledir. O halde sandıkta ya da sandıkla aldatılan kitleleri hesap sormaya çağırmak, bunun için sokağa inmek, Partizanların bıkmadan, usanmadan yapması gerekendir. Unutma, böylesi süreçler kitlelerin kuru bir dal gibi olduğu süreçlerdir. Kıvılcım ol, yangın ol!

YSK’nın kararı tam bir keyfiyet, ben yaptım oldu tavrıdır. Kitleler kendilerini hiç sayan, kendileriyle alay eden bu tavrı kabullenemez. Onu, iradesini ayaklar altına alan faşizme karşı karşı mücadeleye çağır. Onun memnuniyetsizliğinin militan devrimci dili ve duruşu ol.

Şunu akıldan çıkartmayalım: AKP-Tayyip iktidarı, bugün tam bir kağıttan kaplandır. Sürdürülemez bir politikaya sarılmışlar ve bununla yönetememe krizlerini çok daha büyütüyorlar. Halk savaşımız, devrimci militan direniş ve onunla ilişkili kitle çizgimiz en güçlü silahımızdır. Bu silahı ateşleyelim. Ateşleyelim ki kağıttan kaplanı tutuşturup kavuralım.

Kitlelerin öfkesi, kini derinlerdedir. Soykırımlar coğrafyasıdır bu topraklar. Şüphesiz bu, ezilenlerin değil ezenlerin tarihidir. Ermenilerden Pontus Rumlarına, Keldaniler’den Ezidi Seyfolar’a ve Dersim Kızılbaş Alevileri’nin 38 Tertelesi’ne değin kandan nehirler gibidir soykırım. İşte bir 24 Nisan günü bu kandan nehirler üzerinden doğmuştur proletaryanın partisi. Ezilen ulus ve inanç kesimlerinin parçalanmış yüreğini, işçilerin, köylülerin yanına koyarak Altınçağ’a yürüyüşünü başlatmıştır. O günden bu güne, kurucu önderinin tavizsizliği ve tereddütsüzlüğünü düstur edinmiş önder ve savaşçılarıyla kandan nehirleri besleye besleye akıp durmuştur. Nisan güneşinin partizanları elbette referandum aldatmacasını kitlelerle, kitlelerin önünde bir direnişin vesilesi yapacak, bu dinamizmi Proletarya Partisi’nin kuruluşuyla ve proletaryanın birlik-mücadele-dayanışma günü olan 1 Mayıs’la birleştirecektir.

Nisan 2017

PARTİZAN