PARTİZAN:Faşist Kemalist Diktatörlüğün Seçim Oyununa Aldanma; Sandığa Gitme, CumhurBAŞKANlığı Referandumu’nu BOYKOT Et!

HomeTürkçe

PARTİZAN:Faşist Kemalist Diktatörlüğün Seçim Oyununa Aldanma; Sandığa Gitme, CumhurBAŞKANlığı Referandumu’nu BOYKOT Et!

16 Nisan 2017 tarihinde Türkiye`de yapılacak referanduma ilişkin Partizan tarafından kamuoyunda Evet/ Hayır ikileminde süren tartışmalara dair Boykot

KOMÜNİST-DEVRİMCİ ÇİZGİDE ISRAR VE MÜCADELE, TOPYEKÜN SALDIRI ABLUKASINI DAĞITACAKTIR!
YENİKAPI KIYAKÇILIĞINDAN, “ADALET” İÇİN AYAKÇILIĞA! EZİLENLERİ YANILTMA MÜCADELESİ!
İşçi Köylü Kurtuluşu (İKK) 132. Özel Sayısı Çıktı…
16 Nisan 2017 tarihinde Türkiye`de yapılacak referanduma ilişkin Partizan tarafından kamuoyunda Evet/ Hayır ikileminde süren tartışmalara dair Boykot çağrısı yapıldı.Tartışmalara başka bir devrimci açıdan yaklaşan açıklamayı paylaşıyoruz.

Faşist Kemalist Diktatörlüğün Seçim Oyununa Aldanma; Sandığa Gitme, CumhurBAŞKANlığı Referandumu’nu BOYKOT Et!
15 Temmuz darbe girişiminin ardından tüm ülkede ilan edilen OHAL, 7 Haziran seçimlerinden bugüne geliştirilen topyekün bir savaş konseptinin devamı ve ayağı olarak sürdürülüyor. “İleri demokrasi” söyleminden OHAL’li günlere terfi eden hakim sınıf kliği AKP faşist baskı ve saldırganlığın en kristalize olduğu bir tabloda Anayasa degişikliği referandumunu gerçekleştirmeyi planlıyor. Üzerine bol gelen gömleği değiştirmeye, kaptan köşkünde oturduğu gemiye hızlı manevra kabiliyeti kazandırmaya hazırlanıyor.
Süreç, Nisan ayı içerisinde gerçekleşecek referanduma doğru hızla akarken devletin yeniden örgütlenmesine, dizayn edilmesine duyulan ihtiyacı içinden geçtiğimiz dönemin özellikleriyle birlikte tartışmak, dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler ekseninde yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Üzerinde yaşadığımız dünyanın yakın geçmişi siyasi ve ekonomik kriz döngüsünde çelişkilerin ve çatışmaların keskinleştiği bir mecrada ilerlemektedir. 2008’in son çeyreğinde baş gösteren ekonomik kriz emperyalist kapitalist sistemin siyasi krizine kapı aralamış, emperyalist merkezlerde ve bağımlı ülkelerde işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı halk kitlelerinin sokak mücadelesine, kitlesel eylemlerine tanıklık etmiştir. Emperyalist devletlerin satranç tahtasına dönüşen, bölgesel çatışmaların ve hegemonya savaşlarının arenası durumundaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyası isyan ve ayaklanmaların mayalandığı, bir kıvılcımın bütün bir bozkırı tutuşturduğu, yangının söndürülemediği adreslerin başında gelmekteydi. 2010 yılının son günlerinde işsiz bir üniversiteli, bedenini ateşe vererek milyonları isyana çağırmış, birbiri ardına patlak veren halk isyanları emperyalist kapitalist sistemin siyasi krizini derinleştiren bir işlev görmüştür.
Ülkemizde hakim sınıf kliği AKP iktidarının baskı ve zor politikalarıyla sıkıştırılan toplumsal dinamiklerin yaşam alanlarına yönelik saldırılara karşı mücadelesi Gezi İsyanı’nın ateşleyicisi olmuş, ülkemiz sınıf mücadelesi tarihi milyonların henüz sonlanmamış kavgasına, “dipten gelen dalganın yüzeye” vurduğu ana tanıklık etmiştir. Gezi İsyanı sonrası ezilen halk yığınlarına yönelik baskı, sindirme politikası, demokratik hak ve özgürlüklerine yönelik saldırılar dozunu arttırarak sürmüştür. 7 Haziran seçimlerinin ardından saldırılar daha da genişleyerek tüm toplumsal kesimleri, muhalifleri içine alarak tavan yapmıştır. Kürt Ulusal Hareketi ile yürütülen barış görüşmeleri “buzdolabına kaldırılarak” donmaya bırakılmış, özellikle Kürt ulusunu merkeze alan savaş politikası ve siyasal baskı olabildiğince sert şekilde devreye sokulmuştur. Bu saldırıya karşı direnen Kürt halkına faşist diktatörlük daha sert ve sınırsız bir saldırıyla yanıt vermiştir. Türkiye Kürdistanı’nda ayları bulan sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş, Kürt ulusunun mücadelesi abluka ve kuşatmaya alınarak ezilmek istenmiştir. Kürt halkının yaşadığı onlarca şehir bombalanmış, taş üstünde taş bırakılmamış, binlerce insan katledilmiştir. Kasım 2015 seçimleri sonrası askeri, siyasal saldırının dozu daha da artmış, 2016 yılı ise top yekün hale gelmiş bir saldırı konseptinin yaşama geçirildiği dönem olmuştur.
15 Temmuz darbe girişimi devlet içindeki krizin, parçalanmışlığın ve dalaşın fotoğrafını daha net şekilde ortaya çıkarmıştır. Sömürüden kimin daha fazla pay alacağı, faşist devlet aygıtında kimin söz sahibi olacağı sorunu başarısız olan darbeyle birlikte AKP kliği tarafından fırsata çevirilmiş, devletin tüm mekanizmalarında kapsamlı tasfiye hamlesi başlatılmıştır.
Üçüncü döneme evrilen OHAL uygulaması ve çıkarılan KHK’ler AKP kliğinin zayıflayan iktidarını güvencelemenin, halkın kazanımlarına saldırmanın kaldıracı haline getirilmiştir. OHAL döneminde yürürlüğe sokulan KHK’lerle yüz binlerce insan gözaltına alınmış, onbinlercesi tutuklanmış, yüzlerce kitle örgütünün kapısına mühür vurulmuş, onlarca muhalif basın ve yayın kurumu kapatılmış, internet sansürünün yanısıra sosyal medya paylaşımları da suç parantezine alınmıştır. Akademisyenler, kamuda çalışan onbinlerce insan soruşturmalarla işinden uzaklaştırılmış, keyfi şekilde tüm hakları gaspedilmiştir. Türkiye Kürdistanı’nda belediye başkanları görevden alınmış, tutuklanmış, seçimle alınamayan belediyelere devlet terörüyle el konulmuştur. HDP eş başkanları ve milletvekillerinin tutuklanması saldırı eşiğinin aşıldığı nokta olmuş, başta Kürt ulusu olmak üzere işçi ve emekçileri, kadınları, gençleri, LGBTİ’leri, Alevileri, bütün ulus, azınlık, inanç ve cinsel kimlikten halkımızı hedef alan, nefes almayı dahi yasaklayacak uygulamalar gündeme getirilmiştir.
Faşist diktatörlük 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle tamir edilmesi zor bir yara almıştır. Hakim sınıf temsilcilerinin sürekli olarak bir beka sorunundan sözetmeleri boşuna değildir. Faşist devletin zayıflayan yanlarını güçlendirmek, açılan gedikleri hızla kapatmak için hummalı bir çaba söz konusudur. “Şovenizm” politikasına güçlü şekilde sarılan hakim sınıflar emperyalist güçler arasındaki çelişkiden de faydalanmak için elindeki tüm kozları masaya yatırmaktadır. Kürt sorununda “uzlaşma ve barış” eksenindeki süreci tümüyle gözden çıkaracak kadar gözünü karartmasının bir yanını da “Türk şovenizmine” olan ihtiyacı kaynaklıdır. Suriye politikasında yaşanan ciddi değişiklik artık daha büyük hesaplara değil daha küçük hesaplara mahkum olmasının bir sonucudur. Bu eksende Suriye’de, Rojava’daki kazanımları ortadan kaldırmaya gerileyen bir politikaya demirlenmiştir. Bu vesileyle bir yandan “şovenizm silahı” parlatılarak devleti tahkim etmede kitle desteği yaratılmaya, bir yandan da düşman cephesine esasta Kürtleri oturtarak Suriye politikasına odaklanmış bir yönelim oluşturulmak istenmektedir. Bu vites düşürme hali hakim sınıfların zayıflığının bir göstergesi olurken bu zayıflığı, hedefine “ezileni ve zayıf olanı” koyarak aşmayı kendini yeniden toplamayı amaçlamaktadır.
CumhurBAŞKANlığı Sistemi: Devletin Savaş Konseptine Göre Dizaynıdır!
12 Eylül Askeri Faşist Darbe’den günümüze başkanlık rejimi hiç gündemden düşmemiş, egemen sınıfların bir arayışı olarak hep varolagelmiştir. Bu nedenledir ki başkanlık sisteminin egemen sınıflar cephesinde gündemde tutulmasının uzun bir geçmişi ve öyküsü bulunmaktadır. Ve hiç kuşkusuz son altı yıldır AKP’de ve RTE’de somutlanan Başkanlık arayışının halkın biriken öfkesiyle, mücadele dinamizmiyle yakından ilişkisi vardır. Ve yine faşist diktatörlüğün içerisine girdiği siyasal kriz, egemen sınıflar arasındaki parçalanmanın ve çatışmanın büyümesi “başkanlığın” gündeme taşınmasına daha fazla zemin hazırlamıştır. Yönetme krizine çare olabilmek, faşist diktatörlüğün devamına olanak sağlamak için bu değişikliğe ihtiyaç duyulmuştur. Başkanlık sistemiyle devletin, yeni savaş konseptine göre örgütlenmesi, hızlı hareket etme kabiliyeti kazanması tek merkezden yönetilerek yeniden inşa edilmesi amaçlanmaktadır.
71-’82 Anayasalarının referanduma sunulacak olan yeni anayasa paketiyle su sızdırmaz şekilde bir sürekliliğe ve paralelliğe sahiptir. İnişli çıkışlı bir seyir izlese de egemen sınıflar anayasa değişiklikleriyle devletin merkezileştirilmesi ekseninde karar alma süreçlerini hızlandıracak yasal düzenlemelere hep ihtiyaç duymuşlardır. KHK’lar ’71 Anayasa değişiklikleriyle yaşama geçirilmiş, ’82 Anayasası ile OHAL ve sıkıyönetimde Bakanlar Kurulu’na denetimsiz KHK çıkarma yetkisi tanınmış, şimdi ise bu yetki yeni anayasayla birlikte CumhurBAŞKANına verilmektedir. Yeni anayasa CumhurBAŞKANına diğer bir deyişle Devlet Başkanına orduyu savaşa sokma, OHAL ilan etme yetkisi de vermektedir. OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerin Anayasa Mahkemesi’nce denetlenmesi sözkonusu değildir. ’71 ve ’82 Anayasa değişikliğiyle meclisin daraltılan yetkileri Gensoru usulünün kaldırılması gibi değişikliklerle iyice daraltılmış, milletvekili sayısının 600’e çıkarılmasına karşın yeni anayasada meclis sembolik bir düzeye çekilmiştir. CumhurBAŞKANının meclisi feshi kolaylaşmış, Hakim ve Savcılar Kurulu’nun tüm üyelerinin CumhurBAŞKANı ve başkanı olduğu partisi tarafından atanmasının önü açılmıştır. Yasama, yürütme ve yargı erkinin tek elde toplanmasıyla karar süreçlerinde, uygulamada hızlı ve kesintisiz bir şekilde hareket etme avantajı elde edilmiş olacaktır.
Hakim sınıfların gelecek tasavvurunda başkanlık sisteminin tuttuğu yer hayati ve vazgeçilmez önemdedir. Gelecek günler fırtınalara, yeni kriz ve çıkmazlara gebedir. Başkanlık sistemi tam da bu günlere hazırlığın, ön almanın, baskı ve zorbalıkla, katliam ve savaş politikasıyla faşist düzeni, devleti yeniden tahkim etmenin adı olmaktadır.
Ekonomik Kriz, Sınırsız Sömürü ve Geleceksizlik Kapıda!
Hakim sınıfların siyasi krizine yol açan gelişmeler gelinen aşamada ekonomik krizle buluşmaya, siyasi ve ekonomik kriz denkleminde ilerlemeye başlamıştır. Hakim sınıf temsilcileri, burjuva ekonomistler yaşanan ekonomik krizi manüpile etmeye, halkın gözünden uzak tutmaya çalışsalarda işsizlik, yoksulluk, geleceksizlik geniş kitlelerin yaşamında üstü örtülemeyecek, gizlenemeyecek bir aşamaya ulaşmıştır.
Ekonomik kriz kapıyı zorlamakta, kırarak içeriye girecek kadar şiddetli basınç uygulamaktadır. Bankacılık sistemi çöküşün eşiğinde alarm halindedir. Tüketici ve kredi kartı borçları toplamı 18 buçuk milyarı aşmış, şirketler içinse durum daha da vahim bir göstergede durmaktadır. Şirketlerin ödemekle yükümlü oldukları kredi borçları 9 milyar artışla 40 milyar sınırına dayanmıştır. Özel sektörün 2018 yılında ödeyeceği 70 milyar dolara yakın dış borç toplamda 200 milyarı geçmiş durumdadır. Dolar kurunda yaşanan her artış bu borç yükünü daha da ağır hale getirmektedir.
Bu taşınamaz yük, işçi ve emekçilerin, yoksul halkın sırtına sarılarak hafifletilecektir. İşçi sınıfını, emekçi yoksul halkı, köylülüğü iliklerine kadar sömürerek ayakta kalmayı sürdüren, sömürü düzenlerini devam ettiren egemen sınıflar kriz dönemlerinde tüm faturayı sermayeyi güvenceleyecek şekilde işçi ve emekçilerin, yoksul halkın hesabına kesmektedir.
15 temmuz darbe girişiminin hemen ardından kurulan (19 Ağustos ’16) ve referandum sonucu dahi beklenmeksizin işlevli hale getirilen (5 Şubat ’17) Varlık Fonu işte bu kriz yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yığma projesi olarak alel acele devreye sokulmuştur. Özelleştirme politikasıyla kamuya ait işletmelerin üzerinden buldozer gibi geçen, yağmalayan, haraç mezat peşkeş çeken hakim sınıflar gelinen aşamada “milletin varlıklarının tekrar millete döneceği bir yeni özelleştirme döneminin başladığı” yalanıyla siyasal gücün yanısıra ekonomik gücü de tek merkezde toplayarak halk üzerinde siyasi ve ekonomik baskı aracı olan devleti şirket gibi yönetmeye hazırlanmaktadır.
Özelleştirme politikasının işçi ve emek için ne anlama geldiği ise yaşanan geçmiş deneyimler nedeniyle bir sır değildir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmeler işçi ve emekçilerin yaşamına işsizlik, yoksulluk ve örgütsüzlük olarak yansımış, güvencesiz çalışmayı kalıcı hale getirmiştir. Özelleştirilen kamu kuruluşlarında işçi ve emekçilere dayatılan; taşeron sistemi, güvencesiz çalışma ve sendikasızlaştırma saldırısı olmuştur. Bugün ise Varlık Fonu’na devredilen kamu kurumlarında işçi ve emekçileri bekleyen, geçmiş yaşananlardan farklı olmayacaktır. OHAL ile birlikte kamuda çalışan yüzbinlerce işçi ve emekçiyi tasfiye eden, işsizliğin ve geleceksizliğin kucağına iten hakim sınıflar “milli özelleştirmeyle” yeni bir saldırıyı devreye koyacaktır.
Ekonomik kriz göstergelerinin arttığı bir tabloda işçi ve emekçilerin, halkın yaşayacağı sorunlardan; işsizlikten, hayat pahalılığından, yoksullaşmadan hiç mi hiç bahsetmeyen hakim sınıfların tek derdi şirket ve bankaları batmaktan kurtarmak olacaktır. Varlık Fonu’na devredilen kamu kurumlarının tüm gelirleri kriz anında reel sektöre ve finans sektörüne kaynak sağlamak amacıyla fonlanacakken, ülkemiz işçi ve emekçileri, yoksul halkı sınırsız şekilde iliklerine kadar sömürülmeye devam edecektir. İlk sırada ise işşizlik maaşını almayı zorlaştırmaları nedeniyle devasa şekilde büyüyerek 100 milyara dayanan İşsizlik Fonu gelmektedir. Her fırsatta gözünü işçi ve emekçilerden kesilerek biriken bu fona diken hakim sınıflar bir kez daha İşsizlik Fonu’nu yağmalamaya girişecektir. İkinci sırada ise yine her fırsatta gaspedileceklerin başında gelen Kıdem Tazminatı’nın kaldırılmasıyla oluşturulacak fon gelirleri bulunmaktadır. Hakim sınıf kliği AKP Başkanlık referandumunun ardından Kıdem Tazminatı’nı kalıcı olarak gaspetmeyi, işçi ve emekçilerin elinde kalan son iş güvencesini de kaldırmayı planlamaktadır.
Ülkemiz de egemenlerin yaratmak istediği tabloda patron ağalara sınırsız yağma ve güvence bulunuyorken, işçi ve emekçilere ise sınırsız sömürü, yoksulluk, açlık ve kapıya dayanan haciz memurları bulunmaktadır.
Faşist Saldırılara Karşı Parolamız Direniştir!
Hakim sınıf kliği AKP, Anayasa’nın 18 Maddesi’ni başkanlık sistemine uygun hale getiren düzenlemeyi MHP’nin desteğiyle ihtiyaç duyduğu şekilde meclisten geçirmiştir. Hemen belirtelim ki Türk hakim sınıflarının ve onların temsilcilerinin arka planda uzun süredir pazarlıklarını yaptığı daha baskıcı ve sertleşmiş bir sürecin örgütlenmesinde konsensüs içerisinde olduğudur. Zira Türk hakim sınıflarının siyasal krizi onu daha sert faşist uygulamalara her zamankinden fazla mahkum kılmaktadır. Kemalist CHP’nin Anayasa değişikliği karşısındaki itirazları, “ciddiyetten” yoksun muhalefeti bu gerçeği değiştirmeyecektir. CHP’nin referanduma götürülecek Anayasa değişikliğine karşı “düşük profilli muhalefeti” abartılı olmayacak şekilde egemen sınıf kliklerinin içinden geçtiğimiz süreçte daha agresif, baskıcı ve saldırgan bir sisteme ihtiyaç duyduğunun, ortak paydada buluştuklarının fotoğrafı olmuştur. Hakim sınıflar cephesinde rejimin bekası üzerinden sağlanan bu konsensüs büyük burjuva partiler arasında bir rol/görev paylaşımıyla sahaya sürülmüş, geniş kitleler yapılacak referandumla bir kez daha saflaşmaya, “demokrasicilik oyununu” oynamaya çağırılmıştır.
16 Nisan’da CumhurBAŞKANlığı ekseninde gerçekleşecek anayasa değişikliği referandumuna yoğun baskı ve sindirme ortamında, devrimci, demokratik, ilerici ve yurtsever halk güçlerine yönelik devlet terörünün sınırsız şekilde gündemde tutulduğu bir süreçte gidiyoruz. Hakim sınıf klikleri, faşist diktatörlüğün tüm aygıt ve araçları referandumda EVET çıkmasına odaklı bir iklim yaratmayı hedefliyor. Bunun yanısıra AKP ve MHP başta olmak üzere buna eşlik edecek faşist mafya, çete ve tüm militer güçler baskı ve şiddet aygıtıyla devrede tutulmaktadır. Farklı hiçbir sese, yürütülecek hiçbir karşı kampanyaya olanak vermeyecek şekilde bu faşist odak hazır kıta bekletilmektedir. Adil olmayan, anti demokratik tüm yöntemlerin cömertce uygulanacağı, sonucu başından belli bir referandum oylaması yaşanacak, göstermelik bir oyun sahnelenecektir. “Halkın iradesi” ideolojik ve siyasi baskıyla, manüpilasyonla gönüllü olarak EVET şeklinde biçimlendirilemese de devreye sokulacak saldırı yöntemleriyle, seçim hileleriyle gerçekleştirmeye çalışılacaktır.
7 Haziran seçimleriyle birlikte ömürünü tamamlamış “demokrasicilik oyunu” gelinen aşamada hiçbir seçimi meşru kılmayacaktır. Son iki yılda yaplan tüm seçimler halkın daha fazla baskıya, devlet terörüne maruz kalmasına yol açan, faşist diktatörlüğün daha fazla azgınlaşmasına zemin sunan bir işlev görmüştür. Sandık ve seçimler “halk oylamasıyla” faşist diktatörlüğün saldırılarına meşruiyet kazandırdığı bir rol oynamıştır. Halkın, muhaliflerin, faşizmin baskı ve saldırılarından bıkıp usanmış geniş kesimlerinin HAYIR eksenindeki eğilimi, sandığa gitme isteği meselenin esasını değiştirmeyecektir. CHP başta olmak üzere kimi gerici-faşist siyasi partiler hariç kaygısı ve isteği faşizme HAYIR kampanyasıyla karşı çıkmak olan kesimlerin tutumu halk kitlelerinin anti-faşist tepkisini, öfkesini sandığa/seçimlere bağlanmış umutlarla birkez daha aldatılmasına onay verme anlamı taşıyacaktır. Seçimlere ve sandığa odaklı belirlenen politik tutum halk kitlelerinin daha güçlü şekilde sistem içine itilmesine hizmet edecektir.
Gün sandığa odaklanmış, çözümü seçimlerden başka yerde aramayan reçeteler yerine faşist diktatörlüğün saldırılarına yaşamı durdurarak, mücadelenin her alanında BOYKOT politikasıyla örgütlenerek yanıt olmayı gerektirmektedir. Referanduma karşı çıkmak faşist Kemalist diktatörlüğe karşı durmaktır! Bu karşı koyuşa HAYIR yetmez BOYKOTLA tavır alalım!
Halkın Anti Faşist Karekterli Mücadelesini BOYKOTLA Büyütelim!
Faşist Kemalist diktatörlük ekonomik, siyasi ve askeri saldırılarıyla başından itibaren halkın mücadelesinin karşısında konumlanmış, işçi sınıfına, emekçi halka, Kürt ulusuna, alevilere, kadınlara eşine az rastlanır baskı ve katliam politikası uygulamış, acılar yaşatmıştır. Tüm sindirme ve teslim alma saldırılarına, nefessiz bırakma çabalarına rağmen halkın isyanı, direnişi ve mücadelesi bitirilememiştir. Referandumda oylanacak Başkanlık sistemiyle saldırılarının dozajını artıracak olan hakim sınıflar toplumsal mücadele dinamiklerini, devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever kesimleri daha fazla saldırının odağına yerleştirecektir. Devrimden çıkarı bulunan kitlelerin istem ve talepleri baskı ve zor politikalarıyla sindirilmeye, sopayla terbiye edilmeye çalışılacaktır. Saldırının kapsamı direnişi ve mücadeleyi güçlü/etkin şekilde örgütlemeyi, karşı koyuşu kitlesel ve militan bir karekterde büyütmeyi zorunlu kılmaktadır. Hakim sınıfların tüm bu saldırısını karşılayacağımız ilk durak nisan ayında yapılacak referandum oylaması olacaktır. Sömürü ve baskının, işsizlik ve geleceksizliğin, grev yasaklarının, imha, inkar ve katliam politikasının, asimilasyonun, ayrımcılığın, yaşam alanlarının, doğanın sömürüye açılmasının, şovenizmin, homofobi ve transfobinin, kadın cinayetlerinin, şiddetin, çocuk istismarının, akademik ve siyasi baskının oylanacağı, halkın anti faşist tepkisinin sandığa gömüleceği seçim oyununa tavrımız BOYKOT olmalıdır.
Özelleştirme saldırısına, sendikasızlaştırmaya, taşeron ve güvencesiz çalışmaya karşı üretimden gelen gücümüzü kullanarak fabrikalarda, işyerlerinde, şantiyelerde grev, direniş ve işgal eylemleriyle sömürü düzenini BOYKOT edelim! İşsizlik Fonu’nun patron-ağalara peşkeş çekilmesine, Kıdem tazminatı hakkımızın gaspedilmesine karşı ekonomik ve demokratik haklarımız için yaşamı durduralım, BOYKOT politikasında birleşelim!
Kürt ulusunun imha ve inkarına, Kürt coğrafyasının yakılıp, yıkılmasına, sömürü ve talana açılmasına karşı BOYKOT politikasına sarılarak direnişi ve mücadeleyi yükseltelim! Kürt ulusunun katliam politikasıyla, gözaltı ve tutuklama terörüyle sindirilmeye, teslim alınmak istenmesine karşı sokaklar direnişin adresi olmaya, öfkemiz barikatlarda yükselmeye devam edecektir. Belediye başkanlarının tutuklanması, belediyelere kayyumla el konulması, milletvekillerinin iradelerinin, demokratik siyaset hakkını gaspedilmesi karşısında hiçbir seçim meşru değil, BOYKOT geçerli tek devrimci seçenektir. Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz” çağrısına yanıt olmak, bodrumlarda katledilenlerin, bedenleri sürüklenenlerin hesabını sormak savaş konseptine göre yeniden dizayn edilen faşist Kemalist diktatörlüğü BOYKOT etmekle, seçimleri gayri meşru, sandıkları işlevsiz kılmakla mümkün olacaktır.
Alevilerin, Ermenilerin bütün ezilen ulus ve inançlara mensup halkımızın faşizmin sinir uçlarına dokunan talepleri ancak ve ancak mücadele kulvarına çekilerek, yok sayılmanın ve asimilasyonun oylanacağı referandumu BOYKOT ederek kazanılabilir. Seçim aldatmacasına dur demek için sandık başına gitmeyelim, referandumu BOYKOT edelim!
Ezilenin ezileni kadınların, LGBTİ’lerin erkek egemen düzenin kolonlarına yaslandığı cinsiyetçilik ve homo/transfobi zırhını parçalaması, kadın kimliğine ve bedenine yönelik sömürünün, şiddetin sonlandırılması sokakları zaptetmekten, sınıfsal, ulusal ve cinsel sömürüye karşı başkaldırmaktan geçmektedir. Kadın kimliğinin yok sayıldığı, eşitlik ve özgürlük talebinin tırnakla sökülüp alındığı erkek egemen düzende kadın özgürlük mücadelesi, sandığa bağlanmış umutlarla kazanılamayacak kadar çetin bir kavgayı gerektirmektedir. Tüm kadınları, LGBTİ’leri sokakları kavganın renkleriyle zaptetmeye, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yaşamı durdurmaya, referandumu BOYKOT etmeye çağırıyoruz.
Halk gençliği işsizlik ve geleceksizlik girdabında burjuva feodal düzenin her türlü saldırısına açık hale getirilmektedir. Gerici faşist eğitim sisteminin etkisiyle, uyuşturucu ve çeteleşme tuzağına çekilerek enerjisi ve dinamizmi soğurtulmakta, ırkçı ve şoven politikaların dolgu malzemesi olarak kullanılmaktadır. Halk gençliğinin muhalif ve örgütlü kesimleri devletin sistemli saldırılarına, gözaltı ve tutuklama terörüne, eğitim hakkının gaspedilmesine maruz kalmakta, liselerde ve üniversitelerde akademik, demokartik mücadelesi baskı altında tutulmaktadır. Üniversitelerde siyasi ve akademik baskı kaynaklı yüzlerce genç okullardan uzaklaştırılırken, yüzlercesi de tutuklanma saldırısıyla yüz yüze kalmıştır. Başkanlık sistemiyle daha faşist bir karektere bürünecek TC devletine karşı bugünden isyan ve mücadele bayrağının yükseltilmesi, BOYKOTLA içerik kazanan politik bir duruşun sandığa gitmeyerek ete kemiğe büründürülmesi gerekmektedir. Halk gençliğinin dinamizmi, devrimci enerjisi sandıkla sınırlandırılamayacak kadar sokakların, barikatların ateşiyle ısınmış, umudunu ve geleceğini devrimci mücadeleyle içiçe geçirmiştir.
Yaşam Alanlarını, Çevreyi ve Doğayı BOYKOT Politikasıyla Savunalım!
Toplumsal taleplerin sistemin sınırlarına dayanma mesafesinin kısaldığı günümüzde sistemle çelişkiler keskinleşme ve çatışma boyutunda gelişimini sürdürmektedir. Ekonomik kriz döngüsünde cilasi parlatılan inşaat sektörü hakim sınıf kliği AKP’nin iç piyasayı rahatlatma hamlesi olarak yeniden startını almıştır. Emekçi mahallelerde yaşayan işçi ve emekçiler kentsel dönüşüm saldırısıyla bütün birikimleri olan evlerini kaybetme, geriye kalan yaşamlarını borç yükü altında sürdürme tehdidiyle karşı karşıyadır. Çevre ve doğa yine kıyaslanamayacak şekilde sömürüye açılmakta, rant projeleriyle doğa ve yaşam geri dönülmez ölçüde tahrip edilmektedir. Ormanlar, tarım arazileri, zeytinlikler, dağlar, dereler ve ırmaklar maden arama çalışmalarının, HES projelerinin hedefi olmaya, acil kamulaştırma kararlarıyla peşkeş çekilerek sınırsızca yağmalanmaya devam etmektedir.
Referandumda oylanacak başkanlık sistemiyle tüm ülkeyi şirket gibi yönetmeyi tasarlayan hakim sınıflar yaşadığımız coğrafyayı sömürü cennetine çevirmeyi her türlü tasarrufta bulunma “hakkına” sahip olmayı istemektedir. Bunun bugün yaşanan tüm hukuksuzlukları, kuralsızlıkları aşan biçimde tek merkezden yönetimi esas alan, ekonomik ve siyasi gücü elinde tutan başkanlık sistemi tarafından daha pervasızca, dizginsizce yapılacağı su götürmez bir gerçektir. Hakim sınıfların siyasi ve ekonomik kriz süreçlerini yönetmek, halkın isyan ve öfkesini, mücadelesini bastırmak için ihtiyaç duyduğu başkanlık sistemi yaşam alanlarının, kentlerin, mahallelerin, doğanın can düşmanı olacak referandumun ardından dolu dizgin bir saldırının startı verilecektir. Saldırı, direniş ve mücadele kulvarında, fiili ve meşru bir hat yaratılarak ancak karşılanabilir. Bu karşı koyuşun adı, içinden geçtiğimiz sürecin özelliklerine yanıt olacak tavır BOYKOTTUR. Yaşam alanlarına, emekçi mahallelere, doğaya en geniş yelpazede gelişecek saldırıya sandıkta onay verilmemesi, talana ve yağmaya oy atılmaması, BOYKOT edilmesi gerekmektedir. Yaşam alanlarını savunan, kepçelerin önüne yaşlı bedenleriyle etten barikat ören halkımızı, mücadelenin en ön saflarında yerini alan kadınları çevre ve doğanın talan edilmesine karşı tavrını BOYKOTTAN yana belirlemeye, halka küfredenlerle kolkola yürüyenlere BOYKOT tokadını indirmeye çağırıyoruz!
Feodal Faşist Düzene Karşı BOYKOT Silahını Kullanalım!
Hakim sınıfların savaş konseptinin yeni adı olan Başkanlık Sistemi çeşitli miliyetlerden emekçi halkımıza, işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere, ezilen ulus, inanç ve cinsel kimliklere kapsamlı bir saldırının, faşist devlet terörünün kaldıracı olacaktır. Başından itibaren halk üzerinde faşist bir diktatörlük olarak gelişen, varlığını sürdüren TC Devleti ömrünü uzatmak için sınırsız sömürüye, dizginsiz devlet terörüne, baskı ve katliam politikasına her zamankinden fazla ihtiyaç duymaktadır. Faşist diktatörlük hiç olmadığı kadar halkın mücadelesinden, isyan ve direnişinden korkmaktadır. Korku nöbetleri boşuna değildir. Siyasi ve ekonomik kriz bacayı sarmış, faşist devlet sopasıyla terbiye edilmek istenen halkımızın öfkesi büyümüş, haklı ve meşru taleplerinin baskı ve katliamla bastırılmasına tahammül sınırları aşılmıştır. Halkımızın anti faşist karekterli mücadelesi, talepleri, biriken öfkesi, direnişi faşist devlet aygıtının sinir uçlarına yönelmekte, geleceğini ve kurtuluşunu hergün daha fazla Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde aramaktadır.
Halkımızın biriken öfkesini sandığa gömmeye değil, yaşamın her alanında; meydanlarda, sokaklarda, fabrikalarda, tarlalarda, anfilerde mücadeleyle büyütülmeye ihtiyacı vardır. Halkımızın eşitlik ve özgürlük talebine, adil bir gelecek özlemine yanıt olacak andaki politika BOYKOT olacaktır.
Siyasal çizgimizin, iktidar perspektifimizin emrettiği şekilde hakim sınıfların yeni savaş konseptine karşı bulunduğumuz her alanda BOYKOT politikası yaşama geçirilmelidir. Sınıf mücadelesinin bu tarihsel kesitinde açıkladığımız BOYKOT tavrı sandığa odaklanmış taleplerle anılamayacak denli net politik bir tutumla, konumlanışla ezilenlerin mücadelesinde kayıt altına alınacaktır.
Tüm halkımızı BOYKOT politikası etrafında birleşmeye, sandıkları işlevsiz, seçim oyununu hükümsüz kılmaya çağırıyoruz!
PARTİZAN
Şubat’17